Logoterapinin kurucusu ve psikiyatri alanındaki en önemli otoritelerden biri olan Viktor E. Frankl, Nazi soykırımından kurtulan ender kişilerden biridir. Okuru kendisiyle birlikte anlamın anlamı üzerine düşünmeye çağıran Frankl’a göre, insani varoluşun ayırt edici özelliği mutluluk veya haz peşinde koşmak değil, bir anlama sahip olup onu gerçekleştirmeye çalışmaktır. Ve de varoluşsal boşluk çağı dediği günümüzde, anlamla birlikte haz ve mutluluk da sonuç olarak, hiç peşinde koşulmadan gelecektir. Kitabın ilk bölümü Frankl’ın kurucusu olduğu ve sonraları ‘logoterapi’ diye adlandırılan psikoterapi yönteminin teorik temellerine ayrılmış. Ancak bu teorik bölümde bile Frankl’ın her zaman yaşamın içinden konuşan, şefkatli sesi duyuluyor. İnsani varoluşun trajik üçlüsü dediği; acı, ölüm ve suçluluk duygusuyla yüzleşmeye çağırıyor bizi Frankl. Kitabın ikinci bölümü logoterapi uygulamalarından söz ediyor. Burada Frankl kendi...
“İçinde başkalarına yer ayırmayan kişi, onların halinden anlayamaz ve halden anlamayan biri için de herkes birer yabancıdır.” Chuang Tzu Teknolojinin hızla gelişme gösterdiği günümüzde, büyük şehirlerde yaşamanın getirdiği karmaşa ve yaşanılan güç koşullar hepimizi birbirimize karşı yabancılaşmaya itiyor. Gün geçtikçe daha çok sayıda insan, karşılıklı ilişkilerde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun farkına varıyor. Oysa çoğumuz için toplumsal ilişkiler hayatın çok önemli bir parçasıdır. Peki öyleyse, neden sağlıklı ve mutlu ilişkiler geliştiremiyor, geliştirmek için yeterince çaba göstermiyoruz? Arnold Toynbee’nin de dediği gibi: “Entelektüel, bilimsel ve teknolojik alanda inanılmaz gelişmeler kaydederken, insanlar arası ilişkiler bazında 5000 yıl önceki düzeyde yerimizde sayıyoruz.” Erik Blumenthal, “İçsel Özgürlüğe Giden Yol”, “Kendine İnanmak” ve “Eşinizle Huzuru Yakalamak” adlı kitaplarının yanı sıra bu kitabında da binlerce kişiyle...
“Âşık olmak nedir?” “İki kişiye dayalı kolektif bir hareketin başlangıç evresidir.” Francesco Alberoni, böyle bir soru-cevapla aşka ve âşık olmaya ayna tutuyor ve âşık olmanın büyük hazzını sosyolojik açıdan irdeliyor. Kolektif hareketleri inceleyen Durkheim’ın görüşlerinin âşık olmak eylemine de uygulanabilir olduğunun altını çizerken bir yandan da Max Weber’in “Ekonomi ve Toplum” adlı eserinde yer alan hayranlık, yaratıcılık ve sadakat konusundaki saptamalarını adeta aşkla bağdaştırıyor. Yazar bu kitapta, aşkı bilimsel düzlemde ele alırken, gerek edebî, gerek düşünsel, gerekse mistik alanda çok değerli yazar ve unutulmaz kahramanlara da yer veriyor. Mevlânâ’dan Dante’ye, Abelard ve Heloise’den Romeo Juliet’e uzanan aşka dair olağanüstü eserlerden dizeler de örnekleyerek görüşlerini sağlamlaştırıyor.
Claire Fontaine ve Sloane Wilson, bu psikolojik gerilim kitabında, yasanın karşıt taraflarındaki iki kadın… Yolları kesiştiğinde farklı taraflarda olmalarına rağmen gelecekte işlenecek bir suçu durdurmak için yıllarca süren bir karanlığın kalbine giriyorlar. Claire, daha önce durduramadığı suçu şimdi durdurması gerektiğini hissediyor ve her türlü tehdide rağmen asla pes etmiyor. Sloane ise bir şeyi kesin olarak biliyor: Bazen bir suçu önlemenin tek yolu suç işlemektir… “Güzel, güzel yazılmış… Ürpertici başlangıçtan sonuna kadar rahatsız edici.” James Patterson – New York Times’ın en çok satan yazarı “Bağımlılık yaratan, sürükleyici, elden bırakılamayacak kadar ilginç.” Lisa Unger – New York Times’ın çok satan yazarı “Her fırsatta beklenmedik dönüşlerle karanlık ve heyecan verici bir gerilim romanı. Hikâyenin merkezindeki iki kadını sevdim.” Camilla Läckberg – İsveçli suç-gerilim...
İranlı yazar Freidoune Sahebjam romanının ana eksenine onbirinci yüzyılın önemli karakterlerinden Hasan Sabah, Nizamülmülk ve Ömer Hayyam’ı alıyor. Kurgu ve gerçeğin iç içe geçtiği, duygunun ve hırsın bir insanın yüreğinde hangi kapıları açacağına dair bir yol hikayesidir anlatılan. Şiirsel bir gezinti ile tarihin derinliklerinden geçerek kimilerince kahraman, kimilerince cani olarak adlandırılan Hasan Sabah’ın tartışmalı yaşamıdır önümüzde duran. Verilen sözlerin değeri ile kesişen yollar, fırtına yaratmaya yetmiştir. İşte bu fırtınanın sonucunda sözler unutulmuş ve mücadele başlamıştır. Mücadelenin merkezi Alamut Kalesi’dir. Tarikatın öğretileri ve müritleri burada yetişmiştir. Burada haşhaş ile tanışan müritlerin Hasan Sabah’ın telkinleriyle siyasi cinayetler işledikleri rivayeti günümüze kadar gelmiştir.. Freidoune Sahebjam sadece gizemli bir kahramandan söz etmiyor romanında. Özel bir kahraman da yaratmıyor. Her şey romanın diğer kahramanı olan...
Dereköy kitabını iki açıdan düşünmek mümkün. Hem bir vefa kitabı olması, hem de Dersim inanç ve kültürüne dair ipuçları veren bir pazılın parçalarından biri olması… Bir köyden, bir köyün hikayesinden Dersim kültürüne dair ipuçları veriliyor burada. Her şeyden bir parça bulmak mümkün. Dün nasıldık, bugünlere nasıl gelindi? Bazı izler neden okunmuyor artık? Yaptığımız, bu izlerin peşinden gitmek. Değerlerimizi bir bir kaybedince elimizi çabuk tutmamız gerektiğini anlamıştık. Çünkü bellek denen şey zamanın o geniş hallerinde eriyip gidiyor ve geriye saatin sınırlı anı kalıyordu. Geçmişimizi en küçük yerleşim birimindeki yaşamdan başlayıp kayıt altına almamız gerektiğinin altını çizmekle kalmayıp, bütüne doğru bir anlam taşıyoruz Dereköy’ün hikayesiyle.
Başkaları sadece izlerken, onlar liderlik yaptılar. Ayağa kalktılar ve kimsenin tek söz söyleyemediği zamanlarda konuştular. Bilim, sanat, edebiyat ve müzikte kalıpları kırdılar. Devlet yönetimi ve politika gibi erkek egemen alanlarda söz sahibi oldular. Her biri değişim için kendi yöntemleriyle savaştı. Geçmişten günümüze sanatçıları, politikacıları, aktivistleri, muhabirleri, imparatoriçeleri ve devlet başkanlarını kapsayan “Dünya Tarihinde İz Bırakan 21 Kadın” kitabında yer alan, dünyamızın şekillenmesinde derin etkisi olan bu olağanüstü kadınların hayatlarını, mücadelelerini ve başarılarını okurken hayranlık ve gıpta duymamak neredeyse imkânsız. Jenni Murray kadınların başarılarını kutlama amacını başardı. Ancak bu kitap başlı başına bir başarı. Kendisini feminist olarak tanımlayan (ve farkında olmayan) herkesin okuması gereken bir kitap. Resurgence & Ecologist Büyüleyici ... Murray’in seçimi hoş bir şekilde çeşitli. Ancak koleksiyonun gücü, yazarın...
Bu kitapta, logoterapinin öncüsü Viktor E. Frankl, kitle nevrozu boyutuna ulaşan varoluşsal boşluğun altını çiziyor. İnsanın anlam arayışı; terapide bulunması gereken ve terapinin amacını oluşturması göz ardı edilemeyecek bir durumdur. Yazar bu görüşünü örnekler vererek desteklemektedir. Örneğin; Amerika’da intihar girişiminde bulunmuş üniversite öğrencileriyle yapılan ankette, katılanların çoğu girişim nedenlerini ‘yaşamın anlamsızlığına’ bağlamaktadırlar. Üstelik sosyal açıdan aktif, aile ilişkileri iyi ve akademik anlamda başarılı olmalarına rağmen. Bu durum sadece üniversite çevresiyle sınırlı kalmamaktadır. İnsan, her imkâna sahip olsa bile anlamı yakalayamadığında doyuma ulaşamamaktadır. Frankl’a göre her vaka için geçerli olmasa da ‘insanın anlam arayışı’ ortaya çıktığı durumda, geleneksel psikoterapi yetersizdir ve insana yaşam anlamını katmadan onu iyileştiremeyebiliriz. İyi koşullara rağmen mutsuz olanların yanında, kitapta yer alan mektupta olduğu gibi, tüm zorluklara...
Korku ve gizemle örtülmüş bir an. Edgar Allan Poe, 7 Ekim 1849’da kırk yaşında, kendi dehşet hikâyelerinden birinde yer almayacak acı verici, kesinlikle tuhaf bir şekilde hayata veda etti. Zamansız ölümünün nedeni neydi ve Baltimore sokaklarında, üzerinde kendisine ait olmayan sefil kıyafetlerle, aklını yitirmiş ve “büyük sıkıntı içinde” bulunmadan önceki üç “kayıp” gün boyunca ona ne oldu? Gizem ve korku… Amerikalı yazarların en ikoniklerinden biri olmaya devam eden Poe, zirvelere taşıdığı iki edebi türü yansıtan koşullar altında öldü. Yıllar geçtikçe, kuduz ve sifilis intihar, alkolizm ve hatta cinayete varana kadar ölüm nedeni hakkında şaşırtıcı sayıda spekülasyon yapıldı. Ancak bu teorilerin çoğu, Poe ile ilişkilendirmeye başladığımız karikatür temelinde şekilleniyor: Gotik kasvetli gözlü büyükbabası, bir omzuna tünemiş bir kuzgunla yazı masasının üzerine...
İnsanın duygudaşlığını sorgulamak, onun insanlığını, kimliğini sorgulamaktır. Aynı zamanda insanın, aldığı bedensel ve ruhsal hasarın hangi derecesine kadar insanlığını korumaya devam edebildiğine dair bir sorundur. Primo Levi, “Bunlar da mı İnsan” başlıklı sarsıcı raporunda, Auschwitz’in insanlar tarafından düşünülmüş ve gerçekleştirilmiş olmasından utanç duyduğunu yazıyordu. Oysa bu, böyle bir utancın ne başlangıcıydı ne de sonu. Bu utanç Antik Çağ’daki çocuk katliamlarıyla başladı bugün de Güney Amerika’da, Afrika’da, eski Yugoslavya’da, Rusya’da, Yakın Doğu’da, Endonezya’da kadınların ve çocukların şiddete maruz kalmalarıyla, tecavüze uğramalarıyla; Avrupa’da yabancı düşmanlığından kaynaklanan aşırılıklarla, çocukların çocuklara uyguladığı şiddetle hâlâ gündelik yaşamın içinde. Bugünkü politik durum bir yanda bürokratik egemenliğin pekiştirilmesi ile diğer yanda çaresizliğin neden olduğu öfke patlamaları arasında gidip geliyor - E.R. Wolf, Diamond 1976 -. Ekonomik çöküntü,...
Erkekler Hayat, Aşk, Flört ve Daha Fazlası Hakkında Gerçekten Ne Düşünürler Bir erkeğin aklından neler geçiyor? İç dünyalarında neler olup bitiyor? Erkekler bazen zor bir cebir probleminden daha kafa karıştırıcı olabilirler. Neyse ki Humfrey Hunter onları anlamanıza yardımcı olmak için hazır. Bekâr erkeklerin ne düşündüğüne, ne istediklerine, neyi neden yaptıklarına ve bunu onlardan biri olarak nasıl yaptıklarına dair bu kitapta sınırsız ipuçları veriyor. Mesela sizi aramıyor mu? Ve bunun nedenini merak ediyor musunuz? O aslında Anlayışlı Erkek mi, yoksa Kötü Çocuk mu? Kalıcı bir ilişki için hazır mı yoksa sadece anlık bir beraberliğin peşinde mi? Kafanız çok karışık olabilir ama bütün bu birbirine girmiş sinyallerin açıklaması elinizdeki Erkek Dosyaları’nda. Humfrey Hunter’ın kendi yaşamından okura yaptığı yansıtmalar, London Lite gazetesinde “ilişki...
Bugün erkekle kadın arasındaki büyük bir fark, kadınların en azından baskı altında olduklarını biliyor olmalarıdır. Erkeklere küçük yaştan itibaren, dünyanın “erkeklerin dünyası” olduğu, ayrıcalıklı cins oldukları söylenip durur. Sahip oldukları “ayrıcalıklar” arasında sürekli derinleşen hayal kırıklıklarıyla, tükenmişlikle ve yalnızlıkla dolu bir hayatı yaşama ve kadın muhataplarından çok önce göçüp gitme ayrıcalığının da bulunduğunu keşfettiklerinde, çoğu kez çok geç kalmış oluyorlar. Erkekleri ebeveynleri yetiştiriyor, toplum şartlandırıyor, annesi (bir kadın), bir aşık, koca, baba, evin ekmeğini kazanan güçlü ve sessiz adam olmaya özendiriyor. Tüm bu katı rollerin yerine getirilmesi imkansız beklentileri ise, erkeği duygusal açıdan kötürüm ediyor ve sonunda erken yaşta ölüp gitmesine neden oluyor. Erkekseniz, bu kitabı okuduğunuzda, kendinizi, içinde bulunduğunuz tehlikeleri, erkek” olmak için ödediğiniz bedeli kavrayacaksınız. Hayatında bir erkeği...
SÜREKLİ DİLE GETİRİLEN BİR SORUYU SORUYOR: ERKEKLER SEVEBİLİR Mİ? “Bir kadın ne kadar çok ya da az seviyorsa, erkek de kendince o kadar sever. Geleneksel ilişki değerlendirmesi standartlarının, kadının seven taraf olduğunu düşündürmesine rağmen, bu böyledir. Kadın erkeği sevmek istiyorsa, ilk önce erkeğin gerçekliğini ve kadının bu gerçeklik üzerindeki etkisini bilmesi gerekir. Bu kitap, kadınları kendi açıklamalarının ve erkeklere yönelik tepkilerinin ötesine geçerek, erkeğe erkeğin gözüyle ve iç gerçekliğiyle bakmaya davet ediyor. Erkeğin en iyi aşk potansiyeli, henüz açığa çıkarılabilmiş değildir.” Yazar, erkekle kadının birbirini onca yanlış anlama ve içerlemeden uzak, birbirlerini gerçekten nasıl anlayabileceğini, beraber olmaktan nasıl zevk alabileceklerini ortaya koyuyor. Erkekler gerçekten ne ister? Hayatında bir erkeği seven her kadın… Ve bir kadınla daha yakın ve daha özel...
Bu kitap, mutlu bir beraberlik yaşamak ve evlenmek isteyen bütün kadınlar içindir. Erkekler Neden Bağlanır, erkeklerin ilişkiye nasıl bağlandıklarının gerçek nedenlerini açığa çıkarıyor ve erkeğinizi mutlu bir evliliğe nasıl götüreceğinizi gösteriyor. Hayatınızdaki erkeği sizden önceki ya da belki sizden sonraki kadın yerine, size bağlayacak olan nedir? Onu statükoda tuttuğu ilişkiyi değiştirmeye ya da derinleştirmeye esinlendirecek olan nedir? Evlilik amacınıza ulaşma işlemlerinizi hızlandırmak için yapabileceğiniz bir şey var mı? Evet! Erkekler Neden Bağlanır, size nasıl bir kanıtlanmış, entelektüel bir yaklaşım alacağınızı, nasıl bir strateji geliştireceğinizi ve seçtiğiniz erkeğe bunu nasıl uygulayacağınızı gösterecektir. Susan Curtin Kelley’nin bu kitabında, 1000’den fazla erkek, bir ilişkiyi ömür boyu sürecek bir beraberliğe dönüştürmek için gereken ipuçlarını veriyor.
“Erkekler Neden Bağlanır adlı kitabımın tanıtımı sırasındaydım. TV çekimi yeni bitmişti ki bir beyefendi yanıma geldi. ‘Kadınlara erkekleri elde etmenin yolunu anlatıyorsunuz, ama birileri de onlara erkekleri ellerinde tutmanın yolunu göstermeli,’ dedi. Önerisi kafamda mükemmel bir fikir oluşturdu, böylece ilk kitabın devamı niteliğinde Erkekler Neden Gider Neden Kalır doğdu. “Elinizdeki kitap, size iş hayatınızdaki taktikleri özel yaşamınıza nasıl uygulayacağınız, doğruluğu deneylenmiş entelektüel bir yaklaşımı nasıl kazanacağınız, nasıl strateji geliştirip seçtiğiniz ilişkinin içinde bunu nasıl yürüteceğiniz ve sevdiğiniz adamla devam eden, karşılık bulan bir bağımlılığı nasıl yaratacağınız konusunda yol gösterecektir.” – Susan Curtin Kelley – İlişki kurmak, devam edecek bir beraberlikte ancak ilk aşamadır ve çabanız asla bu noktada sona ermemelidir.
“Hayvanlar nasıl düşünür ve hisseder? Onlara sevgi, bağlılık, acı ve hatta onur gibi kavramlar atfetmek yanlış mıdır? Köpekler ölümün farkında mıdır? Onursuzluk kavramımız, ölü köpeklere nasıl davrandığımıza kadar genişletilebilir mi? Kimi hayvanları çok önemserken neden bazılarına hiç kulak asmayız? Yiyecek için hayvan kesmenin ahlaki yanı var mıdır? Hayvanlara bilinç durumları atfetmek onlara karşı davranışlarımızı nasıl etkiler? Bu tür şeyler hakkındaki kavrayışımızı nasıl anlayabiliriz ve hayvanlarla ilişkilerimiz kendi insanlığımız hakkında bize ne söyler?” Bu ve benzeri soruları J. M. Coetzee’den Hannah Arendt’e, Ludwig Wittgenstein’dan René Descartes’a kadar birçok yazar ve filozofla tartışan Gaita, bu sorulara verilebilecek yanıtların temeli olan, hepimizin bildiği ama sık anımsamadığımız bir gerçeği vurguluyor: “Cinselliğimiz, talihsizliğe karşı korunmasızlığımız, ahlakımız gibi insanlık halini tanımlayan olgulara dair anlayışımız baştan sona...
Friedrich Wilhelm Nietzsche, Alman bir filolog, şair, kültür eleştirmeni ve besteci nitelikleriyle tanımlanmaktadır. Din, ahlak, felsefe, bilim ve modern kültür konuları üzerine yoğunlaşmış, bu alanlarda metafor, aforizma, ironilerle dolu eleştirel yazılar yazmıştır. Kendisinden sonra gelen, aralarında Albert Camus, Heidegger, Sigmund Freud gibi isimlerin de olduğu sayısız filozofu ve edebiyatçıyı etkilemiştir. Filoloji okumasına rağmen her zaman felsefeye ilgi duymuş ve hayatını düşünüp sorgulayarak geçirmiştir. Nietzsche; dünyaya erken geldiğini savunmuş, insanların onu iki yüz yıl sonra anlayacağını söylemiştir. Nitekim kendisinin de dediği gibi, değeri hayattayken anlaşılamamıştır. Gezgin ile Gölgesi’nde yazar, Avrupa uluslarının hatta Anadolu’nun sanat, bilim, din, düşünce, tarih ve tinsel gerçekliği üstüne düşüncelerini, görüşlerini 350 başlık altında toplamıştır.
Bilincimiz ve Gerçekliğimiz krizler, nefret, aşırılıklar ve şiddet tarafından yönetilir, hatta insanı hor görür. Bilimsel bulgular, teknoloji ve bilgisayar teknolojisi bilimi bizi etkiler, kontrol eder ve âdeta emreder. Soyut bilinç bizi durdurulamaz bir şekilde hayattan uzaklaştırır. Gerçeklik duygusu ve diğer insanlar için merhamet, doğal olmayan ve artık insan olmayan bir bilinç tarafından daha fazla değersizleştirilir ve bastırılır. Bu yüzden artık kendi kendini yok eden Eylemlerimizin kökenini fark edemiyoruz. Ama yine de Empatik bilinç yaşam yolunu yeniden keşfetmemize izin verecektir. “Hayattan Yabancılaşmış” psikolojik uzmanlık, felsefi ve tarihsel arka plan, politik konular, bilimsel çalışmalar ve de eğitim -pratik açıklamalarla iç içe geçmiş güncel fenomenlerin başarılı bir kompozisyonudur. Kitap okuru etkileyici ve düşünceli bir şekilde geride bırakan bir roman gibi peşi sıra sürüklüyor....
“Fiziksel yakınlık olmadan sağlıklı ve mutlu yaşayamayız.” Martin Grunwald "Dokunma hissi olmadan, yaşam mümkün değildir ve Homo Sapiens hayatının her saniyesinde Homo Hapticus’tur" der. Bir duyu sistemi nasıl olur da bu kadar hayati bir önem taşıyabilir? Bir kişi kör veya sağır doğabilir ve buna rağmen hayatını sürdürebilir. Koku ve tat alma duyusunu da kaybedebilir ve bu onun yaşamını tehlikeye sokmaz. Ancak dokunma duyusu için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bu sistem olmadan kendi varlığımızı bile bilemeyiz. Bu kitapta yazar, kısa bir kucaklaşmanın neden bin kelimeden daha fazla teselli ettiğini, depresyona ve endişeye karşı masajın nasıl etkili olduğunu, dalgıç kıyafetlerinin anoreksiya tedavisindeki olumlu etkilerini, tabletlerin neden çocuklarımızın konuşma gelişimini geciktirdiğini ve iş görüşmelerinde sıcak elle tokalaşmanın neden şansımızı artırdığını somut örneklerle ortaya koyuyor.
Yabancı düşmanlığı, kendine düşmanlıktır. Kökenleri çocuklukta aranmalıdır. Yabancılara duyulan nefretin, daima, insanın kendisine karşı duyduğu nefretle bir ilişkisi vardır. Eğer insanların, başka insanlara neden acı çektirip, onları neden aşağıladıklarını anlamak istiyorsak, önce kendi içimizde yer alan, tiksindiğimiz şeylerle uğraşmalıyız. İçimizdeki bu parçayı, bize onu hatırlatan yabancıyı yok ederek susturmak isteriz. Ama, eğer insanın kendisine özgü olan ve birey oluşunu belirleyen her şey yabancı kılınırsa, geriye, insanın gelişimini sağlayacak ne kalır? Yabancı düşmanlığının ve neo-milliyetçiliğin hızla yeniden yükselmeye başladığı günümüzde Gruen, “üçüncü bir kulakla dinleyip anlayarak” ve Hitler ile diğer Nazi subaylarına ilişkin örnekler vererek, bizlere bu durumun nedenlerini anlama fırsatı sunuyor. İnsanlar, uygarlık ve kültürlerle, barbarlık ve vahşet arasındaki ince, ama bariz tabakanın yırtılıp yok olmasına neden bu kadar çabuk...
CİNSİYETLER ARASINDAKİ İLİŞKİ SORUNLARINA YENİ BİR BAKIŞ AÇISI “Güçlü ve kalıcı bir ilişki kurmak isteyen herkese hitap eden bir kitap.” –Profesör Eugene August “Hem erkeklerin hem de kadınların ihtiyacı olan aydınlatıcı, yaratıcı ve bağımsız bir analiz.” –Dr. Warren Farrell 70’lerde kadınlar kendilerini güçlü ve bağımsız ilan ettiler; erkekler ise açık ve ilgili olma çabasıyla maskülen zırhlarını çıkardılar. Sonraki yıllarda erkekler zırhlarını çıkarmanın tehlikeli olabileceğini keşfederken, kadınlar hâlâ parlak zırhları içindeki şövalyelerini bekliyordu. Bu kitap, zengin vaka öyküleri ve şefkatli bilgelik yoluyla erkeklerle kadınların nasıl karmaşık sinyal ve duygu zorluklarının üstesinden gelebileceklerini ve birbirilerini daha açık ve dürüst bir şekilde nasıl sevebileceklerini gösteriyor. Bu esaslı kılavuzda, dünyada kült bir kitap olan Erkek Olmanın Tehlikeleri'nin yazarı Dr. Herb Goldberg, karşı cinsler arasında...
İslam Tarihinde İz Bırakan 21 Kadın kitabı, on yedinci yüzyıl Mekke ve Medine’sinde başlayıp, on birinci yüzyıl Yemen ve Horasan’ına uzanır. Sonra on altıncı yüzyıl İspanya’sını, İstanbul’unu ve Hindistan’ını inceler. Oradan da, bugünün Avrupa ve Amerika’sına varmadan önce, on dokuzuncu yüzyıl İran’ını, Afrika çayırlarını dolaşarak, yirminci yüzyılın Rusya’sına, Türkiye’sine, Mısır’ına ve Irak’ına kadar uzanarak bize dünyayı gezdirir. Hossein Kamaly, Hazreti Muhammed’in eşi Hatice’den ve İslam dininin yayılma yıllarına tanıklık eden kadınlardan başlayarak, yirmi birinci yüzyıldaki ödüllü mimar Zaha Hadid’e kadar, İslam tarihindeki bu sıra dışı kadınların yaşamlarını ve çığır açan başarılarını anlatıyor. İslam tarihi daha önce hiç bu şekilde sunulmamıştı: Yirmi bir önemli kadının hayatının anlatımıyla! Kamaly, İslam dünyasının uzun ve çeşitli tarihinin kilit noktalarını zarafet ve bilgelikle canlı bir...
“İki genç balık yol boyunca yüzmektedir ve tesadüfen ters yönde yüzmekte olan yaşlı bir balığa rastlarlar. Yaşlı balık onlara başını sallar ve ‘Günaydın gençler, su nasıl?’ diye sorar. İki genç balık bir süre daha yüzmeye devam ederler ve sonunda biri diğerine bakarak, ‘Su da ne demek oluyor?’ diye sorar.” David Foster Wallace’ın gerçeği oturttuğu bu benzetmede olduğu gibi itaat, yaşadığımız her yerde ve her alanda olduğundan gerçeği algılamak güçleşiyor. Âdeta imkânsız bir hale geliyor. Böylelikle insanoğlu onu hava ,su kadar normal karşılıyor. Arno Gruen İtaat kavramını medeniyetimizin en temel sorunu olarak öngörürken bunun hastalıklı etkilerini günlük yaşamda, eğitimde, aile ilişkilerinde, politikada inceleyip ilginç saptamalarda bulunuyor.
Kadın, erkeğin kaburga kemiğinden mi yaratılmıştır? Kadın, “iğdiş edilmiş bir erkek” midir? Kadın, doğası gereği mi mazoşisttir? Erkekler kadınlardan niçin korkar? Cinsler arasındaki güvensizliğin nedenleri nelerdir? Kadın neden erkek olmak ister? Analık içgüdüsü diye bir şey var mı? Neden mutlu evlilikler yok denecek kadar azdır? Horney’in, Freud’un klasik kadın psikolojisine yönelik eleştirel yaklaşımlarını içeren denemelerinden oluşan bu kitap, yukarıdaki sorulara yanıtlar aramakta ve Freud’un kadın psikolojisine ilişkin temel önermelerini kuşkuya boğmaktadır. Her ne kadar Horney, sonraki yapıtlarında kadın ve erkek için ortak bir analitik yaklaşım geliştirmişse de buradaki denemeler, Freud’u sorgulaması ve Horney’in insan psikolojisine ilişkin kendi gelişimini göstermesi açısından ilginç birer belge niteliğini taşımaktadır.
İnsan kendini tanıyabilir mi? Ya da başkalarını? Ya da tanımalı mı? Peki kendini tanımak nedir? Tanınacak olan “Kendi” nedir? İnsanın bir birey olarak ortaya çıkmasıyla, yani “kendini” doğadan ve başka her şeyden, herkesten ayrı bir bütünlük olarak algılamaya başlamasıyla birlikte zihinleri kurcalamaya başlayan bu türden sorular, şimdi bile gizemini, heyecan verici sürükleyiciliğini koruyor. Bu ilginç çalışmasında Karen Horney sorunun felsefi yanına ek olarak teknik yanını da ele almış, çağdaş psikanalitik yöntemlerin yardımıyla kişinin kendini tanımasının mümkün ve arzu edilir olduğunu örnekleriyle göstermeye çalışmıştır. Bu kitabın, kendi kişisel gelişimi doğrultusunda çaba harcayan herkes için, öngördüğü alçakgönüllü, ama bir o kadar da etkili teknikle yararlı bir kılavuz ve başvuru kaynağı olacağı muhakkak.
"Kendine inanmak, insanın kendisine dair eşi olmayan erdeme ulaşması demektir. Her insan başkalarıyla bazı ortak özellikler taşıyor olmasına rağmen gene de eşsizsiz. Ne siz ne ben ne de diğerleri , geçmişte başka bir hayat yaşadık ve gelecekte de yaşamayacağız. Sadece bu gerçek bile bizim bir birey olarak ne kadar önemli olduğumuzun kanıtıdır. Aynı zamanda bu gerçek, bizim içinde bulunduğumuz zamana ait olduğumuzu vurgulamaktadır." "Kendine İnanmak" sizi kendinizle barıştıracak, gerçek kimliğinizi kabul etmenize yardım edecektir. Dolayısıyla kendinize olan güveninize ve değerinize olan inancınızı pekiştirecektir. Ayrıca çevrenizdeki kişilerle olan ilişkilerinizde nasıl davranmanız ve çatışma durumlarını nasıl çözümlemeniz konusunda da size yardımcı olacaktır. Pratik kendinizi geliştirme yöntemlerinin ipuçları vererek ,pozitif ilerlemenin manevi zeminlerini tek tek açığa çıkaracaktır. Kitaptaki öğrenilmesi ve uygulanılması kolay teknikler...
Olumsuz duygularımız ve güvensizlik örtüleri, kaybetmeye mahkûm oyunlardır. Bunlar hayatımız boyunca taşımak zorunda olduğumuz yükler değildir; ve bunları sürdürmemiz gerekmiyor. Hepsine son vermek mümkün. Bu kitabı yazarken en büyük ümidim, sadece okumanız olumsuz duygusal alışkanlığınızın sona ereceği anlamına gelmese de, sonun başlangıcına işaret etmesiydi. Umarım bu sayfalarda kötü duygusal alışkanlıklarınızı kırmanın bir yolunu bulacak ve daha mutlu yaşamayı öğrenebileceksiniz.” Dr. Penelope Russianoff Bu kitapta, olumsuz duygularımızın neler olduğu ve bunları nasıl edindiğimiz açıklanıyor. Fakat bundan daha önemlisi, kitap, alışkanlık halini almış bu olumsuz davranışlardan nasıl kurtulabileceğimizin cevaplarını veriyor. Yüzlerce hasta ve üniversite psikoloji bölümü öğrencileriyle denenen tekniklerle tanışacak ve onların sizi de zincirleyen aynı türden olumsuz duygulardan nasıl kurtulmayı başardıklarına tanıklık edeceksiniz. Daha mutlu bir yaşam sürmek hepimizin elinde ve...
İnsan kendini tanıyabilir mi? Ya da başkalarını? Ya da tanımalı mı? Peki kendini tanımak nedir? Tanınacak olan “Kendi” nedir? İnsanın bir birey olarak ortaya çıkmasıyla, yani “kendini” doğadan ve başka her şeyden, herkesten ayrı bir bütünlük olarak algılamaya başlamasıyla birlikte zihinleri kurcalamaya başlayan bu türden sorular, şimdi bile gizemini, heyecan verici sürükleyiciliğini koruyor. Bu ilginç çalışmasında Karen Horney sorunun felsefi yanına ek olarak teknik yanını da ele almış, çağdaş psikanalitik yöntemlerin yardımıyla kişinin kendini tanımasının mümkün ve arzu edilir olduğunu örnekleriyle göstermeye çalışmıştır. Bu kitabın, kendi kişisel gelişimi doğrultusunda çaba harcayan herkes için, öngördüğü alçakgönüllü, ama bir o kadar da etkili teknikle yararlı bir kılavuz ve başvuru kaynağı olacağı muhakkak.
Aslında, İçinde saf aklın tahta kurulması gereken Karanlık hücre, tamamen boş. —Theodor Lessing Yüzyılın önde gelen psikanalistlerinden biri olan Arno Gruen, “İtaate Karşı” ve “Terörizme Karşı” kitaplarının ardından “Soğuk Akla Karşı” adlı bu kitapla, üçlemesini bitiriyor. Yazar, sivri ve âdeta rahatsız edici bir şekilde her şeyi soyut rasyonalize etmenin ne kadar tehlikeli olduğunun altını çizerken, konuşur konuşmaz nasıl itaatkâr ve makul olmayı öğrendiğimizi de açıklıyor. Ama aslında hayatımızı yabancılaştıran ve dünyamızı yok eden “soğuk” bir nedendir. Yavaş yavaş duygularımız yok olur, kendi benliğimizi kaybederiz. Düşünebilme yetimize rağmen modern dünyada özgür değiliz; gönüllü olarak bir bağımlılıktan diğerine geçiyoruz. Giderek daha fazla insan kendini “itaat”, “terör” ve “soğuk akıl” gibi kısır döngüde buluyor. Eğer bu gelişmeye karşı çıkmazsak ve durumu tersine çevirmezsek,...
“Açık, net, ilham verici, pratik ve hem yeni başlayan hem de deneyimli okur için kesinlikle müthiş kullanışlı. İnsan davranışının dinamikleri ve psikanaliz ile ilgilenen herkes için büyüleyici.” —Dr. Theodore Isaac Rubin, Lisa ve David kitabının yazarı Son Dersler, Karen Horney’in hayatının son yılında psikanalitik teknik üzerine sınıfında verdiği dersleri sunuyor. Freud’dan sonra en özgün psikanalistlerden birisi olarak bilinen Karen Horney, aynı zamanda kurucularından olduğu Amerikan Psikanaliz Enstitüsü sayesinde verdiği derslerle psikanalistlerin eğitimlerinde derin etki bırakan iyi bir öğretmendi. Bu çalışma, İç Çatışmalarımız, Zamanımızın Nevrotik Kişiliği ve Nevroz ve İnsan Gelişimi gibi klasik Horney metinlerini bilenler için temel bir okumadır. Yazarla yeni tanışanlar kitabı okurken, onun düşüncelerine dair harika ipuçları bulacaklardır.