Bu kitapta, logoterapinin öncüsü Viktor E. Frankl, kitle nevrozu boyutuna ulaşan varoluşsal boşluğun altını çiziyor. İnsanın anlam arayışı; terapide bulunması gereken ve terapinin amacını oluşturması göz ardı edilemeyecek bir durumdur. Yazar bu görüşünü örnekler vererek desteklemektedir. Örneğin; Amerika’da intihar girişiminde bulunmuş üniversite öğrencileriyle yapılan ankette, katılanların çoğu girişim nedenlerini ‘yaşamın anlamsızlığına’ bağlamaktadırlar. Üstelik sosyal açıdan aktif, aile ilişkileri iyi ve akademik anlamda başarılı olmalarına rağmen. Bu durum sadece üniversite çevresiyle sınırlı kalmamaktadır. İnsan, her imkâna sahip olsa bile anlamı yakalayamadığında doyuma ulaşamamaktadır. Frankl’a göre her vaka için geçerli olmasa da ‘insanın anlam arayışı’ ortaya çıktığı durumda, geleneksel psikoterapi yetersizdir ve insana yaşam anlamını katmadan onu iyileştiremeyebiliriz. İyi koşullara rağmen mutsuz olanların yanında, kitapta yer alan mektupta olduğu gibi, tüm zorluklara...
Bugün erkekle kadın arasındaki büyük bir fark, kadınların en azından baskı altında olduklarını biliyor olmalarıdır. Erkeklere küçük yaştan itibaren, dünyanın “erkeklerin dünyası” olduğu, ayrıcalıklı cins oldukları söylenip durur. Sahip oldukları “ayrıcalıklar” arasında sürekli derinleşen hayal kırıklıklarıyla, tükenmişlikle ve yalnızlıkla dolu bir hayatı yaşama ve kadın muhataplarından çok önce göçüp gitme ayrıcalığının da bulunduğunu keşfettiklerinde, çoğu kez çok geç kalmış oluyorlar. Erkekleri ebeveynleri yetiştiriyor, toplum şartlandırıyor, annesi (bir kadın), bir aşık, koca, baba, evin ekmeğini kazanan güçlü ve sessiz adam olmaya özendiriyor. Tüm bu katı rollerin yerine getirilmesi imkansız beklentileri ise, erkeği duygusal açıdan kötürüm ediyor ve sonunda erken yaşta ölüp gitmesine neden oluyor. Erkekseniz, bu kitabı okuduğunuzda, kendinizi, içinde bulunduğunuz tehlikeleri, erkek” olmak için ödediğiniz bedeli kavrayacaksınız. Hayatında bir erkeği...
SÜREKLİ DİLE GETİRİLEN BİR SORUYU SORUYOR: ERKEKLER SEVEBİLİR Mİ? “Bir kadın ne kadar çok ya da az seviyorsa, erkek de kendince o kadar sever. Geleneksel ilişki değerlendirmesi standartlarının, kadının seven taraf olduğunu düşündürmesine rağmen, bu böyledir. Kadın erkeği sevmek istiyorsa, ilk önce erkeğin gerçekliğini ve kadının bu gerçeklik üzerindeki etkisini bilmesi gerekir. Bu kitap, kadınları kendi açıklamalarının ve erkeklere yönelik tepkilerinin ötesine geçerek, erkeğe erkeğin gözüyle ve iç gerçekliğiyle bakmaya davet ediyor. Erkeğin en iyi aşk potansiyeli, henüz açığa çıkarılabilmiş değildir.” Yazar, erkekle kadının birbirini onca yanlış anlama ve içerlemeden uzak, birbirlerini gerçekten nasıl anlayabileceğini, beraber olmaktan nasıl zevk alabileceklerini ortaya koyuyor. Erkekler gerçekten ne ister? Hayatında bir erkeği seven her kadın… Ve bir kadınla daha yakın ve daha özel...
Kadın, erkeğin kaburga kemiğinden mi yaratılmıştır? Kadın, “iğdiş edilmiş bir erkek” midir? Kadın, doğası gereği mi mazoşisttir? Erkekler kadınlardan niçin korkar? Cinsler arasındaki güvensizliğin nedenleri nelerdir? Kadın neden erkek olmak ister? Analık içgüdüsü diye bir şey var mı? Neden mutlu evlilikler yok denecek kadar azdır? Horney’in, Freud’un klasik kadın psikolojisine yönelik eleştirel yaklaşımlarını içeren denemelerinden oluşan bu kitap, yukarıdaki sorulara yanıtlar aramakta ve Freud’un kadın psikolojisine ilişkin temel önermelerini kuşkuya boğmaktadır. Her ne kadar Horney, sonraki yapıtlarında kadın ve erkek için ortak bir analitik yaklaşım geliştirmişse de buradaki denemeler, Freud’u sorgulaması ve Horney’in insan psikolojisine ilişkin kendi gelişimini göstermesi açısından ilginç birer belge niteliğini taşımaktadır.
İnsan kendini tanıyabilir mi? Ya da başkalarını? Ya da tanımalı mı? Peki kendini tanımak nedir? Tanınacak olan “Kendi” nedir? İnsanın bir birey olarak ortaya çıkmasıyla, yani “kendini” doğadan ve başka her şeyden, herkesten ayrı bir bütünlük olarak algılamaya başlamasıyla birlikte zihinleri kurcalamaya başlayan bu türden sorular, şimdi bile gizemini, heyecan verici sürükleyiciliğini koruyor. Bu ilginç çalışmasında Karen Horney sorunun felsefi yanına ek olarak teknik yanını da ele almış, çağdaş psikanalitik yöntemlerin yardımıyla kişinin kendini tanımasının mümkün ve arzu edilir olduğunu örnekleriyle göstermeye çalışmıştır. Bu kitabın, kendi kişisel gelişimi doğrultusunda çaba harcayan herkes için, öngördüğü alçakgönüllü, ama bir o kadar da etkili teknikle yararlı bir kılavuz ve başvuru kaynağı olacağı muhakkak.
İnsan kendini tanıyabilir mi? Ya da başkalarını? Ya da tanımalı mı? Peki kendini tanımak nedir? Tanınacak olan “Kendi” nedir? İnsanın bir birey olarak ortaya çıkmasıyla, yani “kendini” doğadan ve başka her şeyden, herkesten ayrı bir bütünlük olarak algılamaya başlamasıyla birlikte zihinleri kurcalamaya başlayan bu türden sorular, şimdi bile gizemini, heyecan verici sürükleyiciliğini koruyor. Bu ilginç çalışmasında Karen Horney sorunun felsefi yanına ek olarak teknik yanını da ele almış, çağdaş psikanalitik yöntemlerin yardımıyla kişinin kendini tanımasının mümkün ve arzu edilir olduğunu örnekleriyle göstermeye çalışmıştır. Bu kitabın, kendi kişisel gelişimi doğrultusunda çaba harcayan herkes için, öngördüğü alçakgönüllü, ama bir o kadar da etkili teknikle yararlı bir kılavuz ve başvuru kaynağı olacağı muhakkak.
“Günümüzde boşanmalar ve ilişkilerdeki istikrarsızlık sıkıntılı bir hal alsa da, kadın-erkek ilişkisi bağlamında tamamen yeni bir bilinçlenmenin sınırında olduğumuza inanıyorum. Daha büyük bir psikolojik bilinçle ve cinsel kimlik savunmalarından kurtulmakla, ilişkilerimiz gelişme ve karşılıklı özgürleştirme sürecine girebilir. İlişkilerde insanların yaşı ilerledikçe, olgunlaşma, daha fazla oyunbazlık, kendini ifade etme ve samimi yakınlıkla sonuçlanan türden bir öz farkındalık kazanacaklardır. Bu kitap, bir üçlemedeki son kitaptır. Bu üçlemenin ilki olan Erkek Olmanın Tehlikeleri’nde geleneksel erkekliğin ruhsal payandaları ve öz-yıkıcılığı incelenmiştir. Bunu izleyen Yeni Nesil Erkek’te yeni gelişmekte olan erkek bilinci ve bunun gelişen kadın bilinciyle ilişkisi ele alınmıştır. Yeni Kadın-Erkek İlişkileri ise yani bu kitap; öfke, engellenme ve yakınlık korkusu yaratan geleneksel ilişkilerin temellerini incelemektedir. Kitapta daha sonra geçmişten uzaklaşan geçiş yolu ve...
Esther Vilar 1971 yılındaki ilk basımında büyük tartışmalara yol açan bu kitabında, her zaman gündemde olan klasik kadın - erkek ilişkisine ilginç bir bakış açısı getirmiştir. Kitaptaki çok provokatif, çok sert saptamalar ciddi eleştirilere ve yazarın kadın düşmanlığı ile suçlanmasına yol açmıştır. Hatta görüşlerinden ötürü ölüm tehditleri bile almıştır. Kuşkusuz yazarın amacı kadın düşmanlığı değildir. Vilar’ın amacı belki bir değişim umudu yakalanabilir düşüncesiyle kadın ve erkeğin toplumdaki rollerine dürüstçe bakabilmelerine neden olmaktır.