“Tef çalarak çağırır, tef çalarak göndeririz. O tef kadınların ellerindedir şimdi! Kadınlar toplumun karanlıklarını aydınlatan dolunaylar olarak, ellerinde tuttukları kanlı dolunay tefini çalarak uyandırıyor hepimizi. Kadın parmaklarının her darbesi yüreğinin vuruşlarını serpiyor gerilen dolunay tefine! Bu kanlı tef hepimizindir. Bu kanlı tef hepimizin gökyüzünden akar. Bu kızıl tef hepimizin yaşamındadır. Ve yaşam şimdilerde kan seli gibi akıp gidiyor, senin dışında ve benim dışımda ve biz onun içindeyken.” Bu seçkinin bir araya getirilişinin gayesi şiiri yazan İran kadının dizelerinden örneklemedir. Aynı zamanda kadınların duruşunun bir ifadesidir. Dişil sesin yaratıcı çığlığıdır. Bu şiirlerin “dili” farklı da olsa İran kadınının sesi olması dolayısıyla önemlidir. Ancak bu seçki sadece İranlı kadın şairlerin sesi olarak okunmamalıdır. Yeryüzünde her cephede en ön safta yer alan kadınların...
«Ve gece donlu küheylanın toynakları toprağı bulamaz Çaldıran toprağını kaplayan ölülerden. Güneş yüzünü kapatırken, toprak kanı emip yalanırken kabardı obur toprak gibi göğsü muzaffer Hünkâr’ın. Dilini, dinini ve de rengini kaybetmiş tekçe insandılar yerde yatanlar, paramparça dört bir köşeye serpilenler. Vatanlarında toprağa düşen ve uzaktan gelen ölüler, ölüler, ölüler... Ölüler arasında çokça maskeli savaşçı. Miğferi bir yana düşmüş uzun saçları kana bulanmış ölüler... Hünkâr buyurdu. Çıkarıldı maskeler. Bakıldı, toprakta erlerinin yanı başında yatan kadınlara. Onlar geceye şavkı vuran ay yüzlü Kızılbaş kadınlardı. Savaşmışlar ve aşikâr bir yenilgi içine devrilen mutlu savaşçılardı. Kılıçlarının kabzası henüz sıkılmış avuçlarında, bedenlerinden ayrı kollarında kılıçları kadınlar… Aşikâr oldu herkese bunlar birer dişi alptılar, uzaktan gelip vatanlarını savundular, kılıç çalıp bu topraklarda kaldılar. Hünkâr bir an...
sıra tabutlar ortasında beni parkanın hangi cebinde taşıdığını unutma yeter! yanağımı tepinen cehennemine yaslamışım sıra tabutlar öyküsü sevgilim… dağ eteğinden sıçrayan kaya parçaları çarpar acılarıma kulaklarım çıldırmış patlamalar ortasında sesini tanır toprak, barut ve kan kokularından geçer de gelir kokuların Yusuf’un kör kuyularında beklemem hep mayıs aylarımsın kavruk yüzünle gelincik sürüsü dişinle yanağın arasında tütün acı emiyorsun beni bırak beni unuttuğun cebinden geçsin kurşun sıra tabutlar ortasında yanında yatarım sevgilim!