“İki genç balık yol boyunca yüzmektedir ve tesadüfen ters yönde yüzmekte olan yaşlı bir balığa rastlarlar. Yaşlı balık onlara başını sallar ve ‘Günaydın gençler, su nasıl?’ diye sorar. İki genç balık bir süre daha yüzmeye devam ederler ve sonunda biri diğerine bakarak, ‘Su da ne demek oluyor?’ diye sorar.” David Foster Wallace’ın gerçeği oturttuğu bu benzetmede olduğu gibi itaat, yaşadığımız her yerde ve her alanda olduğundan gerçeği algılamak güçleşiyor. Âdeta imkânsız bir hale geliyor. Böylelikle insanoğlu onu hava ,su kadar normal karşılıyor. Arno Gruen İtaat kavramını medeniyetimizin en temel sorunu olarak öngörürken bunun hastalıklı etkilerini günlük yaşamda, eğitimde, aile ilişkilerinde, politikada inceleyip ilginç saptamalarda bulunuyor.
Kalemin sivri ucu Elime battı Kanadı O günden sonra Mürekkep Kan kardeşim Sayıldı Banu Başeren
Kadın, erkeğin kaburga kemiğinden mi yaratılmıştır? Kadın, “iğdiş edilmiş bir erkek” midir? Kadın, doğası gereği mi mazoşisttir? Erkekler kadınlardan niçin korkar? Cinsler arasındaki güvensizliğin nedenleri nelerdir? Kadın neden erkek olmak ister? Analık içgüdüsü diye bir şey var mı? Neden mutlu evlilikler yok denecek kadar azdır? Horney’in, Freud’un klasik kadın psikolojisine yönelik eleştirel yaklaşımlarını içeren denemelerinden oluşan bu kitap, yukarıdaki sorulara yanıtlar aramakta ve Freud’un kadın psikolojisine ilişkin temel önermelerini kuşkuya boğmaktadır. Her ne kadar Horney, sonraki yapıtlarında kadın ve erkek için ortak bir analitik yaklaşım geliştirmişse de buradaki denemeler, Freud’u sorgulaması ve Horney’in insan psikolojisine ilişkin kendi gelişimini göstermesi açısından ilginç birer belge niteliğini taşımaktadır.
Kedinin Şairi, yalın bir dille şiir örgüsünü oluşturan Özgün E. Bulut’un bugünü eksen alarak yarına doğru uzanan şiirlerinden oluşan bir toplam. Kibir dilinden uzak, sözün büyüsüne, sözün gücüne değer veren şiirlerden oluşan Kedinin Şairi, hayata bakış açısı ve tutunduğu yer itibariyle de insanı kucaklar, ona sımsıkı sarılır. kedim yüzüme bakar durmaksızın o hep çok başına ben hep tek başıma onun ülkesi ev benim ülkem yangın o bir pati ile dünyaları getirir ben çok okşayışla bir şiir bile söyleyemem onun dağı bıyıkları benim dağım yaralarım
İnsan kendini tanıyabilir mi? Ya da başkalarını? Ya da tanımalı mı? Peki kendini tanımak nedir? Tanınacak olan “Kendi” nedir? İnsanın bir birey olarak ortaya çıkmasıyla, yani “kendini” doğadan ve başka her şeyden, herkesten ayrı bir bütünlük olarak algılamaya başlamasıyla birlikte zihinleri kurcalamaya başlayan bu türden sorular, şimdi bile gizemini, heyecan verici sürükleyiciliğini koruyor. Bu ilginç çalışmasında Karen Horney sorunun felsefi yanına ek olarak teknik yanını da ele almış, çağdaş psikanalitik yöntemlerin yardımıyla kişinin kendini tanımasının mümkün ve arzu edilir olduğunu örnekleriyle göstermeye çalışmıştır. Bu kitabın, kendi kişisel gelişimi doğrultusunda çaba harcayan herkes için, öngördüğü alçakgönüllü, ama bir o kadar da etkili teknikle yararlı bir kılavuz ve başvuru kaynağı olacağı muhakkak.
"Kendine inanmak, insanın kendisine dair eşi olmayan erdeme ulaşması demektir. Her insan başkalarıyla bazı ortak özellikler taşıyor olmasına rağmen gene de eşsizsiz. Ne siz ne ben ne de diğerleri , geçmişte başka bir hayat yaşadık ve gelecekte de yaşamayacağız. Sadece bu gerçek bile bizim bir birey olarak ne kadar önemli olduğumuzun kanıtıdır. Aynı zamanda bu gerçek, bizim içinde bulunduğumuz zamana ait olduğumuzu vurgulamaktadır." "Kendine İnanmak" sizi kendinizle barıştıracak, gerçek kimliğinizi kabul etmenize yardım edecektir. Dolayısıyla kendinize olan güveninize ve değerinize olan inancınızı pekiştirecektir. Ayrıca çevrenizdeki kişilerle olan ilişkilerinizde nasıl davranmanız ve çatışma durumlarını nasıl çözümlemeniz konusunda da size yardımcı olacaktır. Pratik kendinizi geliştirme yöntemlerinin ipuçları vererek ,pozitif ilerlemenin manevi zeminlerini tek tek açığa çıkaracaktır. Kitaptaki öğrenilmesi ve uygulanılması kolay teknikler...
“Herkes için bir vicdan takın askıya Filmin sonuna yetiştirin bütün çığlıkları, kederleri, düşleri Sonra yola düşüp, iyi yolculuklar görün..” Özgün E.Bulut’un şiirleri güçlü bir kalemden çıktığını haykırarak düşüyor kitabın sayfalarına. İlerledikçe kendinizden ve hayattan çok şey bulacağınız dizeler bittiğinde üzüleceksiniz, yeni bir şiir ve şairin ayak seslerini duyuyor olacaksınız…
İnsanlar ortadan kaybolursa köpeklere ne olur? Köpekler biz olmadan kendi başlarına hayatta kalabilirler mi? Köpeğin Dünyası, köpekler için insan sonrası bir gelecek hayal ediyor. Onların nasıl hayatta kalacağını hatta muhtemelen nasıl gelişebileceklerini ortaya koyuyor. Bu yeni ve devrim niteliğindeki bakış açısının şu anda onlarla kurduğumuz iletişime nasıl rehberlik edebileceğini de açıklıyor. Köpekler ve vahşi akrabalarının yaşamları ve davranışlarıyla ilgili biyoloji, ekoloji ve en son bulgulardan yararlanan, günümüzün köpekler hakkında en yenilikçi düşünürlerinden ikisi olan Jessica Pierce ve Marc Bekoff üremeye doğrudan insan müdahalesi olmadan köpeklerin nasıl olabileceğini araştırıyor. Pierce ve Bekoff, köpeklerin nasıl çabuk öğrenen, son derece uyumlu ve fırsatçı olduklarını gösteriyorlar ve onların zaten kendi başlarına hayatta kaldıklarına ve bunu bizsiz bir dünyada da başarabileceklerine dair ikna edici kanıtlar...
Hammurabi, kral, yetkin kişiyim ben. Yüce tanrılar beni görevlendirdi: Yani ben sürüsünü iyi güden, asası doğru çobanım. Yararlı gölgem kentimin üzerine yayılmış duruyor. Kucağıma Sümer ve Akad ülkesinin insanlarını aldım. Ülkenin dostu olan koruyucu tanrımla birlikte barış içinde onlara bakıyorum; onları bilgimin derinliğiyle kuşatıyorum.” “Babil’de başını Tanrı Anu ve Tanrı Enlil’in yükseklere diktiği kentte, Asangila’da, temelleri gök ve yer gibi sonsuza dek duracak olan evde, ülkenin hukukunu düzenlemek, kararlarını belirlemek, haklarından yoksun bırakılmışlara adalet dağıtmak için kusursuz sözlerimi dikme taşıma yazdım ve adaletin kralı olarak resmimin katında kurallaştırdım. Krallar arasında seçkin kralım ben.” Babilli Hammurabi, Eski Mezopotamya’nın yetiştirdiği en önemli, aynı zamanda da en tanınmış hükümdarları arasında sayılabilir. Fransa’da arkeologlar tarafından Sus’da bulunmuş ve o günden beri tekrar tekrar ilgi...
“Dağ başlarında çıldıran safkan bir rüzgâr çığlığı bu, Yüreğimi omuzlayan acılar ustalığında Ufukları bekliyorum papatya çiçekleriyle, Yüreğimdeki küllenmiş sevda iffetleriyle... Dehşetler anımsayan aklımda bir tek aşka yer kalmış Can yorgunluğuma hançerler çeken muazzam eller gerçekliği Gül kokuları üfleyen hayal güzelliği aklıma Damla damla ter gibi dökülüyor bütün güzel yüzler Köksüz günlere, Köklü çiçekler ekiyorum kalbimle. Unuttum bütün zor zamanların ölüm korkusunu Usul bir azap sızısı vurunca yüreğime Aşka uyarladım sevinç saatlerinin kurgusunu.”
Victoria Woodhull, Mary Wollstonecraft, Aimee Semple McPherson, Edwina Mountbatten, Margaret Argyll ve Coco Chanel cesur kadınlardı. Toplumun yapabileceklerini ve yapamayacaklarını söylediklerine zamanları yoktu dahası; dünyanın onlardan önce büküldüğünü göreceklerdi. 1872'de Victoria Woodhull adında büyüleyici bir medyum, Beyaz Saray'a koşarak geleneği paramparça etti. Eğer kazanabilseydi, kesinlikle günümüzdeki çağdaşlarıyla rekabet edebilirdi. Böyle bir gösterişten nefret eden Mary Wollstonecraft, kadınların ilk manifestosunu yayınlarken kalemiyle -hâlâ yerine getirilmesi gereken- bir düşünce devrimine ilham verdi. Amerika'nın ilk kadın vaizi Aimee Semple McPherson'dan bir moda imparatorluğu tasarımcısı Coco Chanel'e kadar bu kadınlar toplumda görmek istedikleri değişim oldular. “Kuralları Yıkan Cesur Kadınlar” da Jeremy Scott, onları zekâ, şevk ve hürmetle anıyor. "Yol boyunca bazı harika öyküler var ve Scott onları şevkle anlatıyor." - New York Times "Son...
Özgün E. Bulut içselleştirdiği, içine taşıdığı dertleri sokağa taşıyor. Hayatın içinden koparılmış sesleri hayata katıyor. Derin bir şiire çalışıyor aynı zamanda. Yıkılan sokakların, yağmalanan kentlerin, kayıpların, daha çok annelerin çığlığını dert ediniyor. Şiirlerinde hep vicdan diyen bir şair Özgün E. Bulut. Kuşların Kanadına Sarıldım hayatı özümsemiş bir şairin, toplumcu şiirde ısrar eden bir direnişçinin dünyaya vicdanı taşımasından başka bir şey değildir. Kayıtsızlığın ruhuna bir isyandır ve güzel günlerin cesaretle, sesle daha da güzelleşeceğine inanan bir şairin serzenişleridir buradaki şiirler. ben ne zaman annemi özlediysem, kuşların kanadına sarıldım sesini gizleyen sabırdan bir saç örüğüydü annem araba mezarlığına dönmüş ruhunuza isyandı siz şimdi bu vebalden nasıl kurtulacaksınız kaybettiğiniz o canların ağıtları ardınızdayken gecenin koynuna süt taşırdı annem, kucağında yamalı kotumla uyuyan bütün...
Türkiye sol hareketinin tarihindeki yoğunluk ile bu tarih üzerine yapılmış araştırmalar değerlendirildiğinde bir paralellik olmadığını görürüz. Solun siyasi tarihinin yaklaşık yüz yıllık bir geçmişi olmasına rağmen bu konuda yayınlanmış eserler çok sınırlıdır. Bunun çok çeşitli nedenleri vardır. En önemli neden, yasaklı bir tarih olmasıdır. Solun siyasi geçmişini merak edenler konuyu ilk önce anti-komünist yayınlardan öğrenmeye çalıştılar. Ancak 1961’den sonra bu konuda daha ciddi araştırmalar yayınlanmaya başlanmıştır. Artık konu giderek kendi içinde gençlik, sendikalar, enternasyonal ilişkiler gibi belli alanlarda ayrıntılı çalışmaları gerektiren bir boyuta gelmiştir. Fakat, “tarihi yazmak, tarihi yapmaktan daha zordur” derler. Belli zorlukları aşarak bir okuyucunun eline ulaşan böyle bir kitabın nasıl hazırlandığının-yazıldığının okuyucu tarafından bilinmesinde yarar var. Okuyucu bu ön bilgilerle, okuduğu kitabı daha iyi anlayabilir, daha iyi...
Elinizdeki kitapta sürgüne yollandığı adada yazdığı Malta Geceleri ve Piyer Loti için yazdığı hitabesini bulacaksınız.
Sohrab Sepehri renklerin insanıdır. En çok da mavinin. Rengi ışığın acısı olarak tanımlayan Goethe’nin sözü, onun fırçasından tuvale geçer. Onun şiirleri bir tablonun renkleriyle doludur. Resimleri de şiirin imgelerinden beslenmiştir. Yayınevimiz Sohrab Sepehri’nin Yalnızlığımın Çinisi isimiyle yayımladığı şiir kitabından sonra, onun düz yazılarıyla da başka bir Sohrab’ı okurlarla tanıştırmaktadır. Haşim Hüsrevşahi’nin uzun emekler sonucu Türkçeye kazandırdığı Mavi Ses, Sohrab’ın ruhuna ve yalnızlığına bir selamdır.
Bu günlerde etrafımızdaki her şeyin sihirli olduğu bilgisini unuttuk… “Şunu sevmiyorum. Bunu seviyorum…” diye ayırır olduk. Bir de baktık ki, bütünden asıl ayrılan biz olmuşuz! Bu sayfalarda, sihrinizle tekrar buluşmak için bir “yol” öğreneceksiniz –ki sihriniz ancak birliğin içindeyken ifadesini bulabilir. İş hayatından, ilişkilerinize kadar her konuda melek enerjileri aracılığıyla evrensel öneriler alacak hem zevkli, hem de binlerce insanın faydalanmış olduğu bir yöntemle tanışacaksınız. Belki siz de tekâmül yolunuzda, evrensel bilgiyi paylaşarak ortak fayda sağlamakla görevlisiniz. “Yolda” yürürken önünüzde Sevgi çiçekleri açacak... Bilgeliğin eliyle toplayacaksınız.
Ant Middleton,1999'da Kuzey İrlanda ve 2001'de Makedonya'da görevlerde bulundu. Ordudan ayrıldıktan sonra 2005’te Kraliyet Deniz Piyadeleri’ne katıldı ve 32 haftalık komando kursunu başarıyla tamamladı ve en iyi genel asker olarak Kraliyet Rozeti'ni kazandı. Britanya Ordusu Paraşüt Taburu’nda görev yapan Middleton, 2007 yılında Afganistan’da görev aldı. Askeri yaşamının ardından Middleton, VIP'ler için güvenlik görevlisi olarak çalıştı ve daha sonra Güney Afrika'da ve çeşitli Batı Afrika hükümetleri için güvenlik uzmanı olarak görev yaptı. Başarılı askeri kariyeri ve maceracı ruhu, onu tv programı sayesinde geniş kitlelere ulaştırdı. 2015'ten 2021'e kadar sürdürdüğü Channel 4 televizyon dizisi SAS: Who Dares Wins’in eski baş eğitmeni ve sunucusu olarak ün kazandı. Söz konusu dizi, ülkemizde bir tv portalında SAS: Cesaret eden Kazanır adıyla yayınlandı. Kitapları dünya genelinde...
Olumsuz duygularımız ve güvensizlik örtüleri, kaybetmeye mahkûm oyunlardır. Bunlar hayatımız boyunca taşımak zorunda olduğumuz yükler değildir; ve bunları sürdürmemiz gerekmiyor. Hepsine son vermek mümkün. Bu kitabı yazarken en büyük ümidim, sadece okumanız olumsuz duygusal alışkanlığınızın sona ereceği anlamına gelmese de, sonun başlangıcına işaret etmesiydi. Umarım bu sayfalarda kötü duygusal alışkanlıklarınızı kırmanın bir yolunu bulacak ve daha mutlu yaşamayı öğrenebileceksiniz.” Dr. Penelope Russianoff Bu kitapta, olumsuz duygularımızın neler olduğu ve bunları nasıl edindiğimiz açıklanıyor. Fakat bundan daha önemlisi, kitap, alışkanlık halini almış bu olumsuz davranışlardan nasıl kurtulabileceğimizin cevaplarını veriyor. Yüzlerce hasta ve üniversite psikoloji bölümü öğrencileriyle denenen tekniklerle tanışacak ve onların sizi de zincirleyen aynı türden olumsuz duygulardan nasıl kurtulmayı başardıklarına tanıklık edeceksiniz. Daha mutlu bir yaşam sürmek hepimizin elinde ve...
Hızlı tempolu ve ustalıkla kurgulanmış bir gerilim romanı” Barry Forshaw - Gazeteci-Yazar "Ölüm Geçidi", Kopenhag Merkez İstasyonu'nda çekilen bilinmeyen kızların fotoğraflarının, gizemli bir şekilde bir Amerikalı seri katilin elinde belirdiği gerçek bir hikâyeden ilham alır. Theils'in romanında, 1985 yılında İngiltere'ye gitmek üzere olan bir tekneye binen ve kaybolan iki Danimarkalı kızın fotoğrafı, yıllar sonra bir İngiltere’nin bir sahil kasabasındaki antikacıdan alınan eski bir bavuldan çıkar. Nora Sand'ın mesleki merakı hemen uyanır. Böylelikle farkında olmadan, ünlü bir İngiliz hapishanesinde müebbet hapis cezası çeken bir seri katilin davasına karışmış olur ve kaybolan kızlar hakkındaki gerçeği keşfetme çabası, onu hayal ettiğinden daha tehlikeli boyutlara doğru sürükler. Lone Theils'in ilk romanı olan "Ölüm Geçidi", sert bir kadın başkarakter, toplumsal olarak duyarlı ve güçlü bir...
“Şimdi kışın ortasıdır ve benim hâlâ sobam yok. Param da yok. Buna rağmen hep seni düşünüyorum. Elimde olsa senden esirgemem… Evlenmek çocuk oyunu değil, düğün töreni ve adının güzelliği insanı aldatmamalı. Bir kız gelip insanın yaşamına ortak oluyorsa, o insandan onu destekleyip idare etme gücünün olmasını bekler. Kendinde ne zaman böyle bir güç görürsen evlen.” Furuğ Ferruhzad kısacık yaşamına çok şey sığdırmıştır. Türkiyeli okurlar onu daha çok şiirleriyle tanımaktadır. Ancak onlar, Önce Ben Öleceğim’de Furuğ’un öykülerini, mektuplarını, yazılarını, kendisiyle yapılan söyleşileri ve sinemacılığının yanı sıra, yaşamı ve aşkları ile ilgili detayları da öğreneceklerdir. Bu kitapta yer alan detaylar, notlar, bilgiler o yazıların yayınlandığı yıllara ait orijinal nüshalarından çevrilerek aktarılmıştır. Haşim Hüsrevşahi, yıllardır titizce ve büyük bir tutkuyla Furuğ çalışmakta ve...
Bu kitap, adeta cehenneme dönüşen Ortadoğu’da, Devletlerin bile yok olduğu bir ortamda, zaten devletsiz olan ve bütünüyle korumasız kalan halkların ve azınlıkların deneyimlerini anlatmakta, birçok Ortadoğu devletindeki Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt, Alevi ya da Bahai topluluklar gibi geleneksel azınlıklar ile Maruniler, Kürtler ile Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler gibi devletsiz halkları ve iktidardan yoksun çoğunlukları kapsamaktadır. Büyük ve görece homojen nüfusların yeni devlet sınırları nedeniyle bölündüğü ve acımasız bir savaş hali, baskı ya da uluslararası emek pazarının talepleri yüzünden diasporalar oluşturacak şekilde dağıldığı için paramparça olan Ortadoğu’da, yeni mutabakat zeminleri yaratarak bu sorunların üstesinden gelme çabaları ağırlık kazanmakta ama ümitler azalmaktadır. Bu kitap bütün bu çabalara mütevazı bir katkıda bulunmayı amaçlıyor.
İnsan kendini tanıyabilir mi? Ya da başkalarını? Ya da tanımalı mı? Peki kendini tanımak nedir? Tanınacak olan “Kendi” nedir? İnsanın bir birey olarak ortaya çıkmasıyla, yani “kendini” doğadan ve başka her şeyden, herkesten ayrı bir bütünlük olarak algılamaya başlamasıyla birlikte zihinleri kurcalamaya başlayan bu türden sorular, şimdi bile gizemini, heyecan verici sürükleyiciliğini koruyor. Bu ilginç çalışmasında Karen Horney sorunun felsefi yanına ek olarak teknik yanını da ele almış, çağdaş psikanalitik yöntemlerin yardımıyla kişinin kendini tanımasının mümkün ve arzu edilir olduğunu örnekleriyle göstermeye çalışmıştır. Bu kitabın, kendi kişisel gelişimi doğrultusunda çaba harcayan herkes için, öngördüğü alçakgönüllü, ama bir o kadar da etkili teknikle yararlı bir kılavuz ve başvuru kaynağı olacağı muhakkak.
Üsküdar’da, üç oda bir salon, eski bir apartman dairesi… Bahçeye bakan küçük bir balkon ve bahçede iki ağaç… Evi ve hayatı paylaşan bir hala ve bir yeğen… Usulca birbirine yaslanmış, birbiri üzerine katlanmış iki hayat…Bir eski ders kitabının sayfalarına sıkıştırılmış notlardan yola çıkarak; İstanbul ve modern yaşam analizi yapan Tarık Sipahi, hiç kimseyle ve hiç bir şeyle savaşmıyor, herkesin körü körüne katıldığı bu oyunda da oynamıyor…O sadece; aralarda kaçırdığı gün doğuşlarına ve onların koyu pembe turuncularına yanıyor… Yıllanmış sakız ağacının toprağı delen güçlü köklerine dolanıp, seyretmeye doyamadığı denizin gümüşi parıltılarına karşı kendince dertleniyor… Arka planda; soğuk vapur iskeleleriyle, çığlık çığlığa martı sesleriyle, tekinsiz alt geçitleriyle, trafik keşmekeşinin gürültüsüyle, caddelerini hınca hınç dolduran ve sanki her an bireylere geç kalmışçasına iki...
Tenhaydı Yalnızlıktan yoksul, yoksuldan fazla yalnızdık Yanan gecelerimize ateş serpiyordu rüzgar... Ben ve Annem Yaralarım oy Yaralarım anne, Kaderin bulanık denizlerinde tuz yemiş Sızım sızım, kan kızılı...
sıra tabutlar ortasında beni parkanın hangi cebinde taşıdığını unutma yeter! yanağımı tepinen cehennemine yaslamışım sıra tabutlar öyküsü sevgilim… dağ eteğinden sıçrayan kaya parçaları çarpar acılarıma kulaklarım çıldırmış patlamalar ortasında sesini tanır toprak, barut ve kan kokularından geçer de gelir kokuların Yusuf’un kör kuyularında beklemem hep mayıs aylarımsın kavruk yüzünle gelincik sürüsü dişinle yanağın arasında tütün acı emiyorsun beni bırak beni unuttuğun cebinden geçsin kurşun sıra tabutlar ortasında yanında yatarım sevgilim!
Kitap, filozof-yazar Catherine Clément ile estetik Profesörü Julien Castor’un konuk olduğu, 2. Dünya Savaşı sonrasından itibaren Fransa’da yaşanan aydın hareketlerine ayna tutacak bir belgeselin Arte televizyon kanalı stüdyolarındaki çekimiyle başlar. Ancak konu sadece Fransız aydınlarıyla sınırlı kalmaz. Adeta dünya aydınlarının öyküsüne dönüşür. Komünizm, Yapısalcılık, 68 Mayısı, Yeni Filozoflar... İki kuşağı kapsayan bir “entelektüel” destanın her evresi. Düşünce tarihinin gerisinde Şeytanın Orospusu’nda Akıl’ın egemen olduğu bir acımasız evren ve aydınların bilinmedik yönleri, farklı yaşam öyküleri var. Başlıca kahramanları: Sartre, Claude Lévi-Strauss, Vladimir Jankélévitch, Jacques Lacan, Michel Foucault, Gilles Deleuze, Jacques Derrida, Louis Althusser, Roland Barthes, Michel Serres, Régis Debray, Bernard-Henri Lévy. Zaman zaman mitolojiye de uzanan katkılarıyla yarım yüzyılı aşan düşünce ve kültürün romanesk tarihi olan Şeytanın Orospusu aynı zamanda bir...
Tılsımınız olacak hayatta. Kazanan olmak için harap olmaya gerek yok. Görün, fark edin, elinizi uzatın, çözün. Elinizdeki kitap, belgeseliyle birlikte bunun en kolay yolunu gösteriyor. Çünkü yaşarken öğrenmiş bir kimliğin pratiği var bu satırlarda. İstediğiniz hayat çok basit. Karmaşık bilgiler yok. Mustafa Gözcü, bu kolaylığı çocukluğunda keşfedip hayat yolculuğunda deneyimlemiş. Nasıl mı? El yordamıyla, göz nuruyla... Onun yaşanmışlıklarını okuyup içselleştirmeniz çok kolay olacak. Şimdi kitabı alın ve arkanıza yaslanın. Kahramanımız yaşıyor ve kendini yedi kat ele anlatmış da en yakınına anlatamamış! Yani sevgili okurlar, koyverin gitsin. “Yanlış anlaşılır mıyım” diye korkmayın, hiç faydası yok çünkü... Yeter ki önce kendinize, sonra herkese samimi olabilelim. Hepsi bu! Herkes sonunda her şeyi kabı kadar almıyor mu!
Sedat’taki telaş, anlaşılır cinsten değildi. Duru, bir ara “Bu ne telaş, be” diyecek oldu ama demedi. Sedat köpürüyordu, Duru’nun bir an önce evden çıkmasını istiyordu. “Hadi çıkabilirsin, ben seni sonra ararım” dedi ve koca kale misali büyük tahta bir kapıyı açarak Duru’yu yolcu etti. Bu, Sedat’ın Duru’yu ilk, ama son olmayan yolcu edişiydi. Duru, üç dakika içinde kendisini kapının dışında bulmuştu. O demir kapı Duru’nun yüzüne kapandığında, aslında hayatında başka bir kapı açılmış olacaktı. Aşkla ve tutkuyla yaşayan herkese... Siyah Telaş, sadece bir kadının tutkusunu değil, binlerce kadının kalbinde başlayan ve bir gün bitecek yolculuğundaki kırılmaları anlatılıyor. Roman kahramanı Duru’nun saf ve temiz dünyasında biriktirdiği hayallerin peşinden koşmasının, aşkın gözyaşına sığınan isyan halleri üzerinden hayatta yer bulmasının dramatik öyküsüdür anlatılan....
İçlerinde büyüttükleri sırları anlayan olmadı. Onların sırları gözyaşlarından toprağa düştü ve yaşlar sırrın hikmetini yeşertip anlamlandırdı. Denir ki, Mevlânâ şunu vasiyet etmiştir: ”İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olandır.” Gize doğru yolculuk başlamıştır. Denir ki, Hayyâm’ın Hasan Sabbah’a söylediği; “bu insanlar cennet için yaşıyorlar, ancak onlara bir cennet verebilirsen onları yönetirsin” sözü, Hasan Sabbah’ın hayatının sözü olmuştur. Bu söz söylenmiş midir, Hasan Sabbah’ın hayatı değişmiş midir bilinmez. Bilinen, gizin içine girilmiş olma halidir. Denir ki Hâfız büyük bir anlatıcıdır. Hâfız neyi anlatır peki? Tanrısal bir konumda, insanın ve dilin, dilin dışındakinin ona yüklenmesinin öyküsünü anlatır. Gizde kaybolmanın perdesi çekilmiştir. Hâfız, Hayyâm ve Mevlânâ yan yana gelince gazeller aşkın hikmetine perde kurar ve o perde...
Aslında, İçinde saf aklın tahta kurulması gereken Karanlık hücre, tamamen boş. —Theodor Lessing Yüzyılın önde gelen psikanalistlerinden biri olan Arno Gruen, “İtaate Karşı” ve “Terörizme Karşı” kitaplarının ardından “Soğuk Akla Karşı” adlı bu kitapla, üçlemesini bitiriyor. Yazar, sivri ve âdeta rahatsız edici bir şekilde her şeyi soyut rasyonalize etmenin ne kadar tehlikeli olduğunun altını çizerken, konuşur konuşmaz nasıl itaatkâr ve makul olmayı öğrendiğimizi de açıklıyor. Ama aslında hayatımızı yabancılaştıran ve dünyamızı yok eden “soğuk” bir nedendir. Yavaş yavaş duygularımız yok olur, kendi benliğimizi kaybederiz. Düşünebilme yetimize rağmen modern dünyada özgür değiliz; gönüllü olarak bir bağımlılıktan diğerine geçiyoruz. Giderek daha fazla insan kendini “itaat”, “terör” ve “soğuk akıl” gibi kısır döngüde buluyor. Eğer bu gelişmeye karşı çıkmazsak ve durumu tersine çevirmezsek,...