Babil kaynakları, “Anşanlı Kyros, Medli bir vasal, Medlerin askeri birliklerini dağıttı,” diye aktarıyor bizlere... Zaferi kazanan Kyros, Med Kralı Astyages’i tutsak almayı ve onun başkenti Ekbatana’yı ele geçirerek hazineyi yağmalamayı ve ganimeti Anşan’a götürmeyi başardı. Böylelikle Kyros ve ardılları Ortadoğu’nun en büyük imparatorluğunu meydana getirdiler ve Makedonya’dan Hint topraklarına kadar uzanan, asırlarca sürecek Pers egemenliğini başlattılar. Bu kitapta sunulan “Antik Pers Ülkesi” genel tablosu, kapsamlı “Pers Ülkesi” kavramını temel almaktadır. Ancak onu bugünkü İran devlet topraklarıyla sınırlamamakta, antik dönemdeki İranlı halkların Akhamenid, Part ve Sâsânî imparatorluklarının yaşadığı bölgeleri de kapsamaktadır. Bazıları bugün Afganistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan devlet sınırlarında kalmaktadır. Yazar, bölgede hüküm süren imparatorlukları kronolojik olarak bölümler halinde okurla buluştururken her bölümün başına önemli belgelerin kısa bir özetini...
Küçük Asya’da Batı Kültürünün Kökenleri Helmut Uhlig’in bu yapıtını bütün aydınların okumaları gerek… Bugün kimi üniversitelerimizde, kimi öğretim görevlileri bile her şeyi Eski Çağ Helen kültürüne bağlıyorlar. Elbette onların yetiştirdiği öğrenciler de böyle… Helmut Uhlig’in elinizdeki yapıtı bizim için çok önemli doğruları içeriyor. Yeryüzünde toprağın ilk sürüldüğü, ilk yerleşmenin gerçekleştiği Anadolu, elbette Avrupa’nın Anası’dır. –Cengiz Bektaş Avrupa, düşündüğümüzden çok daha eski. Batı kültürünün ve medeniyetinin kökleri Antik Çağ dünyasında ya da İncil’de değil, on binyıl önce insanlığın ilk gösterilebilir şehirlerinin ortaya çıktığı eski Anadolu’da yatmaktadır. Bu bölgenin kültürel başarıları o kadar güçlüdür ki, MÖ 8. binyıldan başlayarak, Avrupa erken tarihi üzerinde çağların dönümüne kadar kalıcı bir etkiye sahiptir, hatta bu etki günümüze dek sürmektedir. Helmut Uhlig bu kitabında heyecan verici...
Kamuoyu onu ilk kez 1966’da tanıdı. Çorumlu elli dört belediye işçisi, yalınayak yürüyerek Çorum’dan İstanbul’a gelmiş, sonra da 31 Ağustos 1966 Çarşamba günü, Türk-İş yöneticilerini kınamak amacıyla Taksim Meydanı’nda eylem yapmıştı. On dokuz yaşında, TİP Üsküdar İlçe Sekreteri olarak katıldığı eylemde gözaltına alınmıştı Deniz. İdam edildiği 6 Mayıs 1972 Cumartesi gününe kadar, sayısız kez gözaltına alınıp tutuklanacaktı. O, yirmi beş yıllık yaşamını; kaçak olduğu anlar da dahil, adaletsizliğe, sömürüye karşı mücadele etmekle geçirdi. Yaptığı eylemlerle ve darağacında ölümsüzleşen ismiyle, konuk olmadığı ev kalmamıştı. Herkes onu çok sevdi. Aileler doğan çocuklarına onun ismini verdi. Deniz, bir bakıyorsunuz üniversite reformu için işgal başlatıyor, bir bakıyorsunuz politik iktidarı Atatürk’e şikâyet etmek amacıyla Samsun-Ankara yürüyüşünde; bir bakıyorsunuz bir panelde sosyalizmin sorunlarını tartışıyor, bir bakıyorsunuz...
Dereköy kitabını iki açıdan düşünmek mümkün. Hem bir vefa kitabı olması, hem de Dersim inanç ve kültürüne dair ipuçları veren bir pazılın parçalarından biri olması… Bir köyden, bir köyün hikayesinden Dersim kültürüne dair ipuçları veriliyor burada. Her şeyden bir parça bulmak mümkün. Dün nasıldık, bugünlere nasıl gelindi? Bazı izler neden okunmuyor artık? Yaptığımız, bu izlerin peşinden gitmek. Değerlerimizi bir bir kaybedince elimizi çabuk tutmamız gerektiğini anlamıştık. Çünkü bellek denen şey zamanın o geniş hallerinde eriyip gidiyor ve geriye saatin sınırlı anı kalıyordu. Geçmişimizi en küçük yerleşim birimindeki yaşamdan başlayıp kayıt altına almamız gerektiğinin altını çizmekle kalmayıp, bütüne doğru bir anlam taşıyoruz Dereköy’ün hikayesiyle.
Dersim bir yaradır. Dünü de bugünü de. Kuşkusuz bu yaranın en çok kanadığı dönem 1938'dir. İnsanlığın vahşet tarihinde yer alan büyük bir kırılma olarak okunmalıdır bu tarih. Kültür sanat da bu kırılmayı farklı bakış açısıyla değerlendirmiştir. İdeolojik, statükocu bir bakış açısı ve insani bir bakış açısı ile yapılan çalışmalar vardır ortada. Kültür Sanat içinde Dersim, oralı bir şairin izlenimleri ve incelemelerini içeriyor.
Felsefi sorgulama tüm insan bilgisinin köküdür. Felsefe, yeni kavramlar geliştirerek, eski hakikatleri yeniden yorumlayarak ve temel soruları yeniden kavramsallaştırarak, iki bin yıldan daha uzun bir süredir ilerlemiş ve insan gelişiminde itici güç olmuştur. Kısacası, biz felsefenin şekillendirdiği bir dünya üzerinde yaşarız. Scott Soames, felsefenin dünyayı şekillendiren etkilerini anlattığı bu özlü tarihte felsefe alanındaki ilerlemeler olmaksızın çağdaş dünyanın olanaklı olmayacağını basitçe ortaya koymuştur. Soames felsefenin fildişi kule düşüncesi olarak yanlış bir şekilde kavramsallaştırılmasını çürüterek, onun hukuk, mantık, psikoloji, ekonomi, görelilik ve mantıklı karar verme teorisi gibi çeşitli alanlarda yaptığı önemli katkıların izini sürmüştür. Kitap antik Yunan felsefesinin devlerinden başlayarak ortaçağ ve erken çağdaş dönemden günümüze kadar büyük düşünürlerin tarihini aktarır. Kitapta felsefenin kendimizi anlamamızın yanı sıra dilimizi, bilimi, matematiği, dini, kültürü,...
Korku ve gizemle örtülmüş bir an. Edgar Allan Poe, 7 Ekim 1849’da kırk yaşında, kendi dehşet hikâyelerinden birinde yer almayacak acı verici, kesinlikle tuhaf bir şekilde hayata veda etti. Zamansız ölümünün nedeni neydi ve Baltimore sokaklarında, üzerinde kendisine ait olmayan sefil kıyafetlerle, aklını yitirmiş ve “büyük sıkıntı içinde” bulunmadan önceki üç “kayıp” gün boyunca ona ne oldu? Gizem ve korku… Amerikalı yazarların en ikoniklerinden biri olmaya devam eden Poe, zirvelere taşıdığı iki edebi türü yansıtan koşullar altında öldü. Yıllar geçtikçe, kuduz ve sifilis intihar, alkolizm ve hatta cinayete varana kadar ölüm nedeni hakkında şaşırtıcı sayıda spekülasyon yapıldı. Ancak bu teorilerin çoğu, Poe ile ilişkilendirmeye başladığımız karikatür temelinde şekilleniyor: Gotik kasvetli gözlü büyükbabası, bir omzuna tünemiş bir kuzgunla yazı masasının üzerine...
Erken Tarih profesörü ve Pers araştırmalarında saygın bir uzman olan Josef Wiesehöfer, Antik İran tarihinin, toplumunun ve medeniyetinin renkli ancak bir o kadar da sade bir tasvirini bizlere sunuyor. Rahat okunabilen bu anlatımın cazibesi, kuşkusuz son derece değerli Pers kaynaklarının derinlemesine araştırılmasında saklıdır. Yakın zamana kadar Antik Pers tarihi, Avrupa perspektifinden anlatılıyordu. Bunun başlıca nedeni kaynakları doğru ifade edebilecek Eski ve Orta Pers dili konusunda yaygın olmayan bilgilerdir. M.Ö. 5. yy’ın ilk çeyreğinde Greklerin, Pers istila denemelerini geri püskürttükleri o büyük çarpışmada Avrupalı olarak kazananlar tarafında olduğu biliniyorken, bu dilleri öğrenmenin gereği neydi? Tarih yazımı hem geçmişte hem de günümüzde hâlâ sıkça sadece kazananların söylemlerine dayandırılır. Bu tutum keşifte üzücü bir ihmale en azından eski Doğu halklarının en önemlilerinden biri...
Bu kitapta yazılanlar, bir hikâye, roman ya da masal değildir! Bu kitap; Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nda, İstanbul Gümrükleri ile Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Teşkilatı’nda, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı ile Merkez Disiplin Kurulu Başkanlığı ve Hukuk Müşavirliği’nde ve de Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nda yapılan yanlışlıkları ve yanlış yapanları tespit eden ve ortaya koyan değerli bir çalışmanın ürünüdür. Bu kitap, bir nevi iddianamedir; bir suç örgütünü doğrudan ortaya çıkartan ve FETÖ Terör Örgütü ile bağlantılı Gümrük kadrolarını da içeren bir belgeseldir. Bu kitap, Gümrük tarihine düşülmüş önemli bir nottur!...
Feyizoğlu, ayrıntı avcısı bir insan. Gerçeği çok yönlü, derinlemesine açığa çıkarma işine, dikkati çekmeyen ayrıntılardan başlıyor. Kuşku duymak, ısrarla deşmek, bıkıp usanmadan sormak, karşı tarafı bıktırırcasına ve de kaçırırcasına sigaya çekmek. Konu, ‘68–71 kuşağının sistem tarafından yok edilen liderlerinin yaşamı olunca Feyizoğlu’nun bu illet sorguculuğu işe yarıyor, daha bir anlam kazanıyor. Sınıf mücadelesinin enkaz altında kalan pırlantalarını açığa çıkarma işidir bu. Kolay değil. Feyizoğlu’nun dili durudur. Zorlanmadan, pürüzlere takılmadan okuyoruz. Okurken, “Bu dokuda bir şey eksik galiba,” diye sormaktan da kendimizi alamıyoruz. Tanrı’nın insanlığa estetik incelik, şaşırtıcılık, büyü, şiirsel öz-kısa söz denilen nesneleri dağıtırken, Feyizoğlu’na haksızlık ettiğini, O’nu okuyup bitirdiğimizde anlar gibi oluyoruz. Büyük insanlık için ölen insanların tek yönlü yüceltilmesi, dinlerden, kahramanlık efsanelerinden bize kalan bir mirastır. Bu mirastan...
Hammurabi, kral, yetkin kişiyim ben. Yüce tanrılar beni görevlendirdi: Yani ben sürüsünü iyi güden, asası doğru çobanım. Yararlı gölgem kentimin üzerine yayılmış duruyor. Kucağıma Sümer ve Akad ülkesinin insanlarını aldım. Ülkenin dostu olan koruyucu tanrımla birlikte barış içinde onlara bakıyorum; onları bilgimin derinliğiyle kuşatıyorum.” “Babil’de başını Tanrı Anu ve Tanrı Enlil’in yükseklere diktiği kentte, Asangila’da, temelleri gök ve yer gibi sonsuza dek duracak olan evde, ülkenin hukukunu düzenlemek, kararlarını belirlemek, haklarından yoksun bırakılmışlara adalet dağıtmak için kusursuz sözlerimi dikme taşıma yazdım ve adaletin kralı olarak resmimin katında kurallaştırdım. Krallar arasında seçkin kralım ben.” Babilli Hammurabi, Eski Mezopotamya’nın yetiştirdiği en önemli, aynı zamanda da en tanınmış hükümdarları arasında sayılabilir. Fransa’da arkeologlar tarafından Sus’da bulunmuş ve o günden beri tekrar tekrar ilgi...
Victoria Woodhull, Mary Wollstonecraft, Aimee Semple McPherson, Edwina Mountbatten, Margaret Argyll ve Coco Chanel cesur kadınlardı. Toplumun yapabileceklerini ve yapamayacaklarını söylediklerine zamanları yoktu dahası; dünyanın onlardan önce büküldüğünü göreceklerdi. 1872'de Victoria Woodhull adında büyüleyici bir medyum, Beyaz Saray'a koşarak geleneği paramparça etti. Eğer kazanabilseydi, kesinlikle günümüzdeki çağdaşlarıyla rekabet edebilirdi. Böyle bir gösterişten nefret eden Mary Wollstonecraft, kadınların ilk manifestosunu yayınlarken kalemiyle -hâlâ yerine getirilmesi gereken- bir düşünce devrimine ilham verdi. Amerika'nın ilk kadın vaizi Aimee Semple McPherson'dan bir moda imparatorluğu tasarımcısı Coco Chanel'e kadar bu kadınlar toplumda görmek istedikleri değişim oldular. “Kuralları Yıkan Cesur Kadınlar” da Jeremy Scott, onları zekâ, şevk ve hürmetle anıyor. "Yol boyunca bazı harika öyküler var ve Scott onları şevkle anlatıyor." - New York Times "Son...
Türkiye sol hareketinin tarihindeki yoğunluk ile bu tarih üzerine yapılmış araştırmalar değerlendirildiğinde bir paralellik olmadığını görürüz. Solun siyasi tarihinin yaklaşık yüz yıllık bir geçmişi olmasına rağmen bu konuda yayınlanmış eserler çok sınırlıdır. Bunun çok çeşitli nedenleri vardır. En önemli neden, yasaklı bir tarih olmasıdır. Solun siyasi geçmişini merak edenler konuyu ilk önce anti-komünist yayınlardan öğrenmeye çalıştılar. Ancak 1961’den sonra bu konuda daha ciddi araştırmalar yayınlanmaya başlanmıştır. Artık konu giderek kendi içinde gençlik, sendikalar, enternasyonal ilişkiler gibi belli alanlarda ayrıntılı çalışmaları gerektiren bir boyuta gelmiştir. Fakat, “tarihi yazmak, tarihi yapmaktan daha zordur” derler. Belli zorlukları aşarak bir okuyucunun eline ulaşan böyle bir kitabın nasıl hazırlandığının-yazıldığının okuyucu tarafından bilinmesinde yarar var. Okuyucu bu ön bilgilerle, okuduğu kitabı daha iyi anlayabilir, daha iyi...
Bu kitap, adeta cehenneme dönüşen Ortadoğu’da, Devletlerin bile yok olduğu bir ortamda, zaten devletsiz olan ve bütünüyle korumasız kalan halkların ve azınlıkların deneyimlerini anlatmakta, birçok Ortadoğu devletindeki Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt, Alevi ya da Bahai topluluklar gibi geleneksel azınlıklar ile Maruniler, Kürtler ile Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler gibi devletsiz halkları ve iktidardan yoksun çoğunlukları kapsamaktadır. Büyük ve görece homojen nüfusların yeni devlet sınırları nedeniyle bölündüğü ve acımasız bir savaş hali, baskı ya da uluslararası emek pazarının talepleri yüzünden diasporalar oluşturacak şekilde dağıldığı için paramparça olan Ortadoğu’da, yeni mutabakat zeminleri yaratarak bu sorunların üstesinden gelme çabaları ağırlık kazanmakta ama ümitler azalmaktadır. Bu kitap bütün bu çabalara mütevazı bir katkıda bulunmayı amaçlıyor.
“Sümerler, gerçek anlamda ancak 20. yüzyılda keşfedildiler. Onlarla ilgili bilgilerimizi biçimlendiren kanıtların çoğu, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında yapılan kazılarda gün yüzüne çıktı. Bunlarla ilgili olarak yapılan yayınlar artık kütüphaneleri doldurmaktadır. Bu arada yüzlerce bilim adamı, Sümerlerin nereden geldikleri ve erken tarihlerinin seyri hakkında bilgi vermeden önce, onların yaşamları, dinleri ve kültürleriyle ilgili pek çok şeyi açıklayan binlerce çivi yazısını çözmek için uğraştılar ve halen uğraşmaktadırlar.” Helmut Uhlig, “Tarihin Başlangıcındaki Bir Halk: Sümerler” adlı bu kitabında, elde edilen maddi verilerden hareketle, bir büyük uygarlığın kuruluşunu, gelişimini ve günümüze devrettiği kültürel-sanatsal mirasını inceleyerek, bizi keyifli ve öğretici bir tarih yolculuğuna çıkarıyor.
TÜRK DİL KURUMU TANIMLARI: KİRLİ : Aybaşı durumunda bulunan kadın. MÜSAİT : Flört etmeye hazır kadın. ESNAF : Kötü yola sapmış kadın. KADIN : Ev yönetimi becerisi olan hizmetçi kişi. Şimdi ben, Türk dil kurumunun yasal sitesine göre; ev yönetimi becerisi olan hizmetçi, kötü yola sapmış esnaf ve flört etmeye hazır bir müsait olarak, regl olmuş kirliyim... Tek becerim ev yönetimi ama ben evde bile değilim.