“Şu kesin ki, şiddet yeni bir olgu değil. Şiddet, tahakküm ve mülkiyet temelinde var olduğu için tüm “büyük uygarlıkların” besleyip büyüttükleri şeyin bir parçası. İnsani değerlerin küçümsenmesinin yanı sıra dişil olanın ve çocuklarımızın çocukluğunun küçümsenmesi de buna eşlik ediyor.” “Şiddetin bu ölçüsüzlüğü kendi anlamımızı yitirme tehlikesini de ortaya çıkartıyor. Böylelikle içimizdeki boşluk ya genel bir duygusuzluk ve depresyonun kaynağı haline geliyor ya da daha fazla şiddet üretmenin. Çünkü bu iç boşluk pek çok kişi için, içinden ancak hayali bir büyüklükle özdeşleşerek çıkabileceklerini umdukları bir anlamsızlık durumu yaratıyor. Hiçliğe ve ölüme adanmış bir radikalizme karşı ancak bu zihinsellikten uzak gelişimin derinlerdeki köklerini ortaya çıkartabilirsek direnebiliriz.” “Terör ve şiddeti engellemek, ancak insanın gerçek ihtiyaçlarının kabulüyle; gerçek yoksulluğa, gerçek sefalete, bazı halkların aşağılanmasına...
“Dünya standartlarında üç düşünürün yazdığı bu kitap, demokrasiyi kendisinden kurtarmak için ne yapılması gerektiğine dair taze ve iyi gerekçelendirilmiş bir teşhis sunmaktadır. Tarihsel ayrıntı, kavramsal argüman, ahlaki bakış açısı ve siyasal duyarlılık açısından bu kitabın sunduğuna uzaktan benzer bir şey sunabilecek başka hiçbir kitap yoktur.” ―Lars Tønder, Kopenhag Üniversitesi “Yirmi birinci yüzyılda demokrasi, totalitarizmin dışarıdan saldırısına uğramaktan ziyade içeriden yozlaşmaktadır. Sonuç olarak onu sadece korumakla kalmamalı, yeniden oluşturmalıyız. Bu kitap önümüzde duran görevi tanımlıyor. Siyaset felsefesi ve sosyal teorinin üç önemli isminin yazdığı bu eser, halk egemenliği ve eşitlik vaadinin popülist hükümetler ve neoliberal rejimler tarafından önemsizleştirildiği bir zamanda demokrasinin yeniden inşasına kavramsal olarak güçlü bir katkı sağlıyor.” ―Pierre Rosanvallon, Good Government: Democracy beyond Elections kitabının yazarı.
Kamuoyu onu ilk kez 1966’da tanıdı. Çorumlu elli dört belediye işçisi, yalınayak yürüyerek Çorum’dan İstanbul’a gelmiş, sonra da 31 Ağustos 1966 Çarşamba günü, Türk-İş yöneticilerini kınamak amacıyla Taksim Meydanı’nda eylem yapmıştı. On dokuz yaşında, TİP Üsküdar İlçe Sekreteri olarak katıldığı eylemde gözaltına alınmıştı Deniz. İdam edildiği 6 Mayıs 1972 Cumartesi gününe kadar, sayısız kez gözaltına alınıp tutuklanacaktı. O, yirmi beş yıllık yaşamını; kaçak olduğu anlar da dahil, adaletsizliğe, sömürüye karşı mücadele etmekle geçirdi. Yaptığı eylemlerle ve darağacında ölümsüzleşen ismiyle, konuk olmadığı ev kalmamıştı. Herkes onu çok sevdi. Aileler doğan çocuklarına onun ismini verdi. Deniz, bir bakıyorsunuz üniversite reformu için işgal başlatıyor, bir bakıyorsunuz politik iktidarı Atatürk’e şikâyet etmek amacıyla Samsun-Ankara yürüyüşünde; bir bakıyorsunuz bir panelde sosyalizmin sorunlarını tartışıyor, bir bakıyorsunuz...
Bu kitapta yazılanlar, bir hikâye, roman ya da masal değildir! Bu kitap; Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nda, İstanbul Gümrükleri ile Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Teşkilatı’nda, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı ile Merkez Disiplin Kurulu Başkanlığı ve Hukuk Müşavirliği’nde ve de Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nda yapılan yanlışlıkları ve yanlış yapanları tespit eden ve ortaya koyan değerli bir çalışmanın ürünüdür. Bu kitap, bir nevi iddianamedir; bir suç örgütünü doğrudan ortaya çıkartan ve FETÖ Terör Örgütü ile bağlantılı Gümrük kadrolarını da içeren bir belgeseldir. Bu kitap, Gümrük tarihine düşülmüş önemli bir nottur!...
Feyizoğlu, ayrıntı avcısı bir insan. Gerçeği çok yönlü, derinlemesine açığa çıkarma işine, dikkati çekmeyen ayrıntılardan başlıyor. Kuşku duymak, ısrarla deşmek, bıkıp usanmadan sormak, karşı tarafı bıktırırcasına ve de kaçırırcasına sigaya çekmek. Konu, ‘68–71 kuşağının sistem tarafından yok edilen liderlerinin yaşamı olunca Feyizoğlu’nun bu illet sorguculuğu işe yarıyor, daha bir anlam kazanıyor. Sınıf mücadelesinin enkaz altında kalan pırlantalarını açığa çıkarma işidir bu. Kolay değil. Feyizoğlu’nun dili durudur. Zorlanmadan, pürüzlere takılmadan okuyoruz. Okurken, “Bu dokuda bir şey eksik galiba,” diye sormaktan da kendimizi alamıyoruz. Tanrı’nın insanlığa estetik incelik, şaşırtıcılık, büyü, şiirsel öz-kısa söz denilen nesneleri dağıtırken, Feyizoğlu’na haksızlık ettiğini, O’nu okuyup bitirdiğimizde anlar gibi oluyoruz. Büyük insanlık için ölen insanların tek yönlü yüceltilmesi, dinlerden, kahramanlık efsanelerinden bize kalan bir mirastır. Bu mirastan...
Türkiye sol hareketinin tarihindeki yoğunluk ile bu tarih üzerine yapılmış araştırmalar değerlendirildiğinde bir paralellik olmadığını görürüz. Solun siyasi tarihinin yaklaşık yüz yıllık bir geçmişi olmasına rağmen bu konuda yayınlanmış eserler çok sınırlıdır. Bunun çok çeşitli nedenleri vardır. En önemli neden, yasaklı bir tarih olmasıdır. Solun siyasi geçmişini merak edenler konuyu ilk önce anti-komünist yayınlardan öğrenmeye çalıştılar. Ancak 1961’den sonra bu konuda daha ciddi araştırmalar yayınlanmaya başlanmıştır. Artık konu giderek kendi içinde gençlik, sendikalar, enternasyonal ilişkiler gibi belli alanlarda ayrıntılı çalışmaları gerektiren bir boyuta gelmiştir. Fakat, “tarihi yazmak, tarihi yapmaktan daha zordur” derler. Belli zorlukları aşarak bir okuyucunun eline ulaşan böyle bir kitabın nasıl hazırlandığının-yazıldığının okuyucu tarafından bilinmesinde yarar var. Okuyucu bu ön bilgilerle, okuduğu kitabı daha iyi anlayabilir, daha iyi...
Bu kitap, adeta cehenneme dönüşen Ortadoğu’da, Devletlerin bile yok olduğu bir ortamda, zaten devletsiz olan ve bütünüyle korumasız kalan halkların ve azınlıkların deneyimlerini anlatmakta, birçok Ortadoğu devletindeki Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt, Alevi ya da Bahai topluluklar gibi geleneksel azınlıklar ile Maruniler, Kürtler ile Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler gibi devletsiz halkları ve iktidardan yoksun çoğunlukları kapsamaktadır. Büyük ve görece homojen nüfusların yeni devlet sınırları nedeniyle bölündüğü ve acımasız bir savaş hali, baskı ya da uluslararası emek pazarının talepleri yüzünden diasporalar oluşturacak şekilde dağıldığı için paramparça olan Ortadoğu’da, yeni mutabakat zeminleri yaratarak bu sorunların üstesinden gelme çabaları ağırlık kazanmakta ama ümitler azalmaktadır. Bu kitap bütün bu çabalara mütevazı bir katkıda bulunmayı amaçlıyor.
Şüphesiz şiddet yeni bir kavram değildir. Temeli egemenlik ve sahiplenme olduğu için, tüm “büyük medeniyetler”de rastlanılır. Şiddetin seviyesi bize kendi anlamımızı yaratmayı yitirmekle tehdit eder; böylece içimizdeki boşluk ya genel bir kayıtsızlığın ve depresyonun kaynağı olur ya da daha fazla şiddete dönüşme tehlikesiyle bizlere gözdağı verir. İnsanların gerçek sorunları binlerce yıl önceki gibi aynı olsa da, boyutları geçen her on yılda daha da vahimleşiyor. Bunlar; yoksulluk, açlık, kölelik, tiranlık, savaşlar, dinî hoşgörüsüzlük, uyuşturucu ve açgözlülüktür. Kötülüklerin kökü tam olarak burada yatar. Bu sefaletler olmadan Hitler, Stalin, Mussolini, Taliban, IŞİD, İslami Cihat, kitleleri etraflarında toplayamazlardı. Terör ve şiddet, ancak insanların mutlak ihtiyaçları tanınırsa, sefalet, yoksulluk ve tüm halk gruplarının aşağılanması önlenirse durdurulabilir. Ancak bu sayede canlı, gerçek ve demokratik olan yaşamı...