Sohrab Sepehri renklerin insanıdır. En çok da mavinin. Rengi ışığın acısı olarak tanımlayan Goethe’nin sözü, onun fırçasından tuvale geçer. Onun şiirleri bir tablonun renkleriyle doludur. Resimleri de şiirin imgelerinden beslenmiştir. Yayınevimiz Sohrab Sepehri’nin Yalnızlığımın Çinisi isimiyle yayımladığı şiir kitabından sonra, onun düz yazılarıyla da başka bir Sohrab’ı okurlarla tanıştırmaktadır. Haşim Hüsrevşahi’nin uzun emekler sonucu Türkçeye kazandırdığı Mavi Ses, Sohrab’ın ruhuna ve yalnızlığına bir selamdır.
Hızlı tempolu ve ustalıkla kurgulanmış bir gerilim romanı” Barry Forshaw - Gazeteci-Yazar "Ölüm Geçidi", Kopenhag Merkez İstasyonu'nda çekilen bilinmeyen kızların fotoğraflarının, gizemli bir şekilde bir Amerikalı seri katilin elinde belirdiği gerçek bir hikâyeden ilham alır. Theils'in romanında, 1985 yılında İngiltere'ye gitmek üzere olan bir tekneye binen ve kaybolan iki Danimarkalı kızın fotoğrafı, yıllar sonra bir İngiltere’nin bir sahil kasabasındaki antikacıdan alınan eski bir bavuldan çıkar. Nora Sand'ın mesleki merakı hemen uyanır. Böylelikle farkında olmadan, ünlü bir İngiliz hapishanesinde müebbet hapis cezası çeken bir seri katilin davasına karışmış olur ve kaybolan kızlar hakkındaki gerçeği keşfetme çabası, onu hayal ettiğinden daha tehlikeli boyutlara doğru sürükler. Lone Theils'in ilk romanı olan "Ölüm Geçidi", sert bir kadın başkarakter, toplumsal olarak duyarlı ve güçlü bir...
“Şimdi kışın ortasıdır ve benim hâlâ sobam yok. Param da yok. Buna rağmen hep seni düşünüyorum. Elimde olsa senden esirgemem… Evlenmek çocuk oyunu değil, düğün töreni ve adının güzelliği insanı aldatmamalı. Bir kız gelip insanın yaşamına ortak oluyorsa, o insandan onu destekleyip idare etme gücünün olmasını bekler. Kendinde ne zaman böyle bir güç görürsen evlen.” Furuğ Ferruhzad kısacık yaşamına çok şey sığdırmıştır. Türkiyeli okurlar onu daha çok şiirleriyle tanımaktadır. Ancak onlar, Önce Ben Öleceğim’de Furuğ’un öykülerini, mektuplarını, yazılarını, kendisiyle yapılan söyleşileri ve sinemacılığının yanı sıra, yaşamı ve aşkları ile ilgili detayları da öğreneceklerdir. Bu kitapta yer alan detaylar, notlar, bilgiler o yazıların yayınlandığı yıllara ait orijinal nüshalarından çevrilerek aktarılmıştır. Haşim Hüsrevşahi, yıllardır titizce ve büyük bir tutkuyla Furuğ çalışmakta ve...
Üsküdar’da, üç oda bir salon, eski bir apartman dairesi… Bahçeye bakan küçük bir balkon ve bahçede iki ağaç… Evi ve hayatı paylaşan bir hala ve bir yeğen… Usulca birbirine yaslanmış, birbiri üzerine katlanmış iki hayat…Bir eski ders kitabının sayfalarına sıkıştırılmış notlardan yola çıkarak; İstanbul ve modern yaşam analizi yapan Tarık Sipahi, hiç kimseyle ve hiç bir şeyle savaşmıyor, herkesin körü körüne katıldığı bu oyunda da oynamıyor…O sadece; aralarda kaçırdığı gün doğuşlarına ve onların koyu pembe turuncularına yanıyor… Yıllanmış sakız ağacının toprağı delen güçlü köklerine dolanıp, seyretmeye doyamadığı denizin gümüşi parıltılarına karşı kendince dertleniyor… Arka planda; soğuk vapur iskeleleriyle, çığlık çığlığa martı sesleriyle, tekinsiz alt geçitleriyle, trafik keşmekeşinin gürültüsüyle, caddelerini hınca hınç dolduran ve sanki her an bireylere geç kalmışçasına iki...
Tenhaydı Yalnızlıktan yoksul, yoksuldan fazla yalnızdık Yanan gecelerimize ateş serpiyordu rüzgar... Ben ve Annem Yaralarım oy Yaralarım anne, Kaderin bulanık denizlerinde tuz yemiş Sızım sızım, kan kızılı...
sıra tabutlar ortasında beni parkanın hangi cebinde taşıdığını unutma yeter! yanağımı tepinen cehennemine yaslamışım sıra tabutlar öyküsü sevgilim… dağ eteğinden sıçrayan kaya parçaları çarpar acılarıma kulaklarım çıldırmış patlamalar ortasında sesini tanır toprak, barut ve kan kokularından geçer de gelir kokuların Yusuf’un kör kuyularında beklemem hep mayıs aylarımsın kavruk yüzünle gelincik sürüsü dişinle yanağın arasında tütün acı emiyorsun beni bırak beni unuttuğun cebinden geçsin kurşun sıra tabutlar ortasında yanında yatarım sevgilim!
Kitap, filozof-yazar Catherine Clément ile estetik Profesörü Julien Castor’un konuk olduğu, 2. Dünya Savaşı sonrasından itibaren Fransa’da yaşanan aydın hareketlerine ayna tutacak bir belgeselin Arte televizyon kanalı stüdyolarındaki çekimiyle başlar. Ancak konu sadece Fransız aydınlarıyla sınırlı kalmaz. Adeta dünya aydınlarının öyküsüne dönüşür. Komünizm, Yapısalcılık, 68 Mayısı, Yeni Filozoflar... İki kuşağı kapsayan bir “entelektüel” destanın her evresi. Düşünce tarihinin gerisinde Şeytanın Orospusu’nda Akıl’ın egemen olduğu bir acımasız evren ve aydınların bilinmedik yönleri, farklı yaşam öyküleri var. Başlıca kahramanları: Sartre, Claude Lévi-Strauss, Vladimir Jankélévitch, Jacques Lacan, Michel Foucault, Gilles Deleuze, Jacques Derrida, Louis Althusser, Roland Barthes, Michel Serres, Régis Debray, Bernard-Henri Lévy. Zaman zaman mitolojiye de uzanan katkılarıyla yarım yüzyılı aşan düşünce ve kültürün romanesk tarihi olan Şeytanın Orospusu aynı zamanda bir...
Tılsımınız olacak hayatta. Kazanan olmak için harap olmaya gerek yok. Görün, fark edin, elinizi uzatın, çözün. Elinizdeki kitap, belgeseliyle birlikte bunun en kolay yolunu gösteriyor. Çünkü yaşarken öğrenmiş bir kimliğin pratiği var bu satırlarda. İstediğiniz hayat çok basit. Karmaşık bilgiler yok. Mustafa Gözcü, bu kolaylığı çocukluğunda keşfedip hayat yolculuğunda deneyimlemiş. Nasıl mı? El yordamıyla, göz nuruyla... Onun yaşanmışlıklarını okuyup içselleştirmeniz çok kolay olacak. Şimdi kitabı alın ve arkanıza yaslanın. Kahramanımız yaşıyor ve kendini yedi kat ele anlatmış da en yakınına anlatamamış! Yani sevgili okurlar, koyverin gitsin. “Yanlış anlaşılır mıyım” diye korkmayın, hiç faydası yok çünkü... Yeter ki önce kendinize, sonra herkese samimi olabilelim. Hepsi bu! Herkes sonunda her şeyi kabı kadar almıyor mu! Esra Alkan kitapları
Sedat’taki telaş, anlaşılır cinsten değildi. Duru, bir ara “Bu ne telaş, be” diyecek oldu ama demedi. Sedat köpürüyordu, Duru’nun bir an önce evden çıkmasını istiyordu. “Hadi çıkabilirsin, ben seni sonra ararım” dedi ve koca kale misali büyük tahta bir kapıyı açarak Duru’yu yolcu etti. Bu, Sedat’ın Duru’yu ilk, ama son olmayan yolcu edişiydi. Duru, üç dakika içinde kendisini kapının dışında bulmuştu. O demir kapı Duru’nun yüzüne kapandığında, aslında hayatında başka bir kapı açılmış olacaktı. Aşkla ve tutkuyla yaşayan herkese... Siyah Telaş, sadece bir kadının tutkusunu değil, binlerce kadının kalbinde başlayan ve bir gün bitecek yolculuğundaki kırılmaları anlatılıyor. Roman kahramanı Duru’nun saf ve temiz dünyasında biriktirdiği hayallerin peşinden koşmasının, aşkın gözyaşına sığınan isyan halleri üzerinden hayatta yer bulmasının dramatik öyküsüdür anlatılan....
İçlerinde büyüttükleri sırları anlayan olmadı. Onların sırları gözyaşlarından toprağa düştü ve yaşlar sırrın hikmetini yeşertip anlamlandırdı. Denir ki, Mevlânâ şunu vasiyet etmiştir: ”İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olandır.” Gize doğru yolculuk başlamıştır. Denir ki, Hayyâm’ın Hasan Sabbah’a söylediği; “bu insanlar cennet için yaşıyorlar, ancak onlara bir cennet verebilirsen onları yönetirsin” sözü, Hasan Sabbah’ın hayatının sözü olmuştur. Bu söz söylenmiş midir, Hasan Sabbah’ın hayatı değişmiş midir bilinmez. Bilinen, gizin içine girilmiş olma halidir. Denir ki Hâfız büyük bir anlatıcıdır. Hâfız neyi anlatır peki? Tanrısal bir konumda, insanın ve dilin, dilin dışındakinin ona yüklenmesinin öyküsünü anlatır. Gizde kaybolmanın perdesi çekilmiştir. Hâfız, Hayyâm ve Mevlânâ yan yana gelince gazeller aşkın hikmetine perde kurar ve o perde...
Furuğ, hiç kuşku yok ki büyük bir cesaret, irade, çalışkanlık, coşku ve yılmaz bir araştırıcı ruhla sadece şiirle içli dışlı olmamış, o aynı zamanda öyküler yazmış, tiyatro oyunculuğunun yanı sıra sinema dünyasında da teknik eleman, oyuncu, yönetmen ve senarist olarak emek vermiş ve ciddi eserler yaratmıştır Furuğ’un öykülerinde terk edilmiş bir kadının sesi var. Aşk var. Cesur bir kadının aşkı sahiplenişi var. Belki şiirleri kadar başarılı öyküler değildir bunlar. Daha çok geçinebilmek için yazılmış öyküler ve ayakta durmak için direnen bir kadının duruşunu, dokunuşunu görürüz. Yer yer şiirsel bir akışla da karşılaşmak mümkün. Furuğ’un bu kitapta yer alan öyküleri, bir kadının cesur sözcükleri olarak anlaşılmalıdır. “Sabahtan beri burada, cam kenarında oturuyorum. Dışarıda kar yağıyor ve ben kışın buz gibi soğuğunu...
“Tanrı başlangıçta kadındı” Bu, Helmut Uhlig’in erken insanlık tarihindeki dişilin rolü üzerinde provokatif savıdır. Yazar bu savın üzerine yazdığı kitabıyla “Ulu Ana” olarak sayılan, tapınılan kadının yaşamın anlamlı merkezinde gizemli bir şekilde uzaklaştırıldığı insanlık tarihinin en heyecanlı dönemlerine götürüyor. Yaklaşık 5000 yıl önce başlayan bu devrim, insanların gelişimini nasıl etkiledi? Ve cinsiyet eşitliği için uğraşan bugünün toplumunda ne gibi sonuçlar doğurdu? “Dişilin dünya Dini” için yenileştirilmesi insanlığın geleceğini güvence altına alabilir mi? Helmut Uhlig, çok ilginç çizimlerin de yer aldığı eserinde en erken tarihlerdeki kadınsı olanı okura özetliyor. Neandertal adamın, mağara yaşamının, Megalitik Dönem’in ve Kuzey’in kanıtlarının zincirini, taş ve tapınak yapıların izlerini Bretonya’dan Dordogne’a, Malta tapınaklarına, Çin ve Hindistan’a kadar sürüyor.
TÜRK DİL KURUMU TANIMLARI: KİRLİ : Aybaşı durumunda bulunan kadın. MÜSAİT : Flört etmeye hazır kadın. ESNAF : Kötü yola sapmış kadın. KADIN : Ev yönetimi becerisi olan hizmetçi kişi. Şimdi ben, Türk dil kurumunun yasal sitesine göre; ev yönetimi becerisi olan hizmetçi, kötü yola sapmış esnaf ve flört etmeye hazır bir müsait olarak, regl olmuş kirliyim... Tek becerim ev yönetimi ama ben evde bile değilim.
Erkek arkadaşıyla sorunlu biçimde ayrılan ve işini kaybeden Cassie geçimini sağlamak için geçici bir işe girer. Başlangıçta ona çok sıkıcı gelen işi şirket ortaklarından Forest ve karısına ait özel yazışmaları tesadüfen okumasıyla farklı bir boyut kazanır. Cassie onlarla arasında bir bağ olduğuna inanmaya başlar, hatta Forest’ı takıntı haline getirir ve onu takip edecek kadar ileri gider. Cassie bu işin sonunda paçayı kurtarabilecek mi, Forest onu bulacak ve yine işinden kovulacak mı? Yoksa yeni bir aşk mı doğacak?
"Paul Lafargue, burjuvazinin iktidar olmasıyla birlikte, insanlığın kendini kaptırdığı 'ilerleme' çılgınlığıyla dalgasını geçiyor. Kitabı, yer yer bir kara mizah başyapıtı olarak da okumak mümkün." Nokta "Lafargue, denemelerinde kapitalist düzeni kıyasıya eleştiriyor, insanların tembellik hakkını savunuyor." Cumhuriyet "Yaşamlarının tamamını çalışarak geçiren insanların, bu çalışmalarının ne kadarı kendileri için? Çok azı olduğuna göre, 'Yaşasın Tembellik!'" Tempo
Romancı, geçmişe tarihçiler gibi bakmaz; geçmişin içinde yalnızca tarihler, sayılar ve adlar görmez. Romancı, baktığı yerde canlı insanlar görür. Acı çeken, gülen, özleyen insanlar. Hasan Sağlam, son yüzyıllık tarihin farklı dönemlerine mercek tutarken, insanların kişisel hikâyelerine, umutlarına ve umutsuzluklarına odaklanıyor." Burhan Sönmez Romanlar toplumsal dokularıyla olduğu kadar, karakterleriyle de hafızalarda iz bırakırlar. Hasan Sağlam, Yasak Mıntıkanın Çocukları ile sağır ve dilsiz bir karakterin dünyasını ana eksene yerleştirerek yaşamın içinde geziyor; acılarla kavrulmuş bir coğrafyadan, tertele sonrasında sürgüne gidenlerin oralarda nelerle karşılaştıklarını, nasıl görüldüklerini ve topraklarına nasıl döndüklerini anlatıyordu. Devam niteliğinde olan Toprağına Tutunanlar’da ise gerçeği ince bir dille harmanlayarak, masumiyet ve kötülüğün iç içe olduğunu sözcükleri özgür bırakarak sorguluyor ve buradan yakın zamana geliyor. Zaten romanları farklı ve özel kılan...
“bana gelirseniz şayet hiçistanın ardındayım! hiçistanın ardında bir yer var hiçistanın ardında havanın damarları toprağın en uzak yığınında açan çiçeklerden haber getiren habercilerle doludur. kumlar üzerinde, şakayık miracı tepelerine yol alan zarif atlıların toynaklarının izi var. hiçistanın ardında istek şemsiyesi açıktır susamışlık meltemi bir yaprağın dibine koşsun diye yağmurun çanları çalınır insan burada yalnızdır ve bu yalnızlıkta bir karaağacın gölgesi sonsuza dek akmakta. bana gelirseniz şayet yavaş ve yeğni gelin yalnızlığımın ince çinisi çatlamasın...”
F U R U Ğ "Furuğ’un şiirini, günümüz Farsça şiirinin ve Nima’nın basit bir devamı olarak görmek kanımca eksik olduğu kadar hatalıdır ve büyük ölçüde Furuğ’u tanıyamamanın ötesinde ona yapılan büyük bir haksızlıktır. Haksızlıktır; çünkü o, oturduğu pencereden görülenleri, nasıl görmemiz gerektiğini bize anlatmak için çok acılar çekmiştir. Onun acısı tüm İran kadının asırlar boyu çektiği acıların tümüdür..." Haşim Hüsrevşahi İranlı şair Furuğ Ferruhzad'ın şiirlerinden yapılan birçok seçki içerisinde en sevileni “Yaralarım Aşktandır” oldu. Özenli çevirisinin yanı sıra seçilen şiirler de şairi en yalın şekliyle okura ulaştırıyor. sen ışıklarınla gelirdin sokağımıza sen ışıklarınla gelirdin çocuklar gidince ve akasya başakları uyuyunca ve ben aynada yalnız kalınca sen ışıklarınla gelirdin... … sen yanaklarını yaslardın memelerimin acısına ve ben söylemeye başka bir şey...
"Furuğ’un şiirini, günümüz Farsça şiirinin ve Nima’nın basit bir devamı olarak görmek kanımca eksik olduğu kadar hatalıdır ve büyük ölçüde Furuğ’u tanıyamamanın ötesinde ona yapılan büyük bir haksızlıktır. Haksızlıktır; çünkü o, oturduğu pencereden görülenleri, nasıl görmemiz gerektiğini bize anlatmak için çok acılar çekmiştir. Onun acısı tüm İran kadının asırlar boyu çektiği acıların tümüdür..." Haşim Hüsrevşahi İranlı şair Furuğ Ferruhzad'ın şiirlerinden yapılan birçok seçki içerisinde en sevileni “Yaralarım Aşktandır” oldu. Özenli çevirisinin yanı sıra seçilen şiirler de şairi en yalın şekliyle okura ulaştırıyor. sen ışıklarınla gelirdin sokağımıza sen ışıklarınla gelirdin çocuklar gidince ve akasya başakları uyuyunca ve ben aynada yalnız kalınca sen ışıklarınla gelirdin... … sen yanaklarını yaslardın memelerimin acısına ve ben söylemeye başka bir şey bulamadığımda sen yanaklarını yaslardın memelerimin...
Seyitmençe ve Xece beş çocukları ile yedi kişilik bir aileydiler. İkinci çocukları Sultan ahrazdı. Hiçbir harfe dokunmadı, kimseye kem söz söylemedi, tanrı dahil kimseyle konuşmadı. Sürgün yollarında devam eden on beş yıllık zamandan sonra telef olmuş bir halde topraklarına döndüler. Sadece üç kişi kalmışlardı.
“Yaşamdan ne bekliyorsunuz?” sorusuna felsefi bir bakış açısıyla yaklaşan bu kitap sayesinde mutluluğa, huzura, üretkenliğe ulaşmanın, bireysel hedefimize doğru ilerlerken karşımıza çıkabilecek sıkıntılarla başa çıkmanın yollarını öğreniyoruz. Tiberius’un sunduğu stratejiler hayatı kesinlikle kolaylaştıracak türden.
Esther Vilar 1971 yılındaki ilk basımında büyük tartışmalara yol açan bu kitabında, her zaman gündemde olan klasik kadın - erkek ilişkisine ilginç bir bakış açısı getirmiştir. Kitaptaki çok provokatif, çok sert saptamalar ciddi eleştirilere ve yazarın kadın düşmanlığı ile suçlanmasına yol açmıştır. Hatta görüşlerinden ötürü ölüm tehditleri bile almıştır. Kuşkusuz yazarın amacı kadın düşmanlığı değildir. Vilar’ın amacı belki bir değişim umudu yakalanabilir düşüncesiyle kadın ve erkeğin toplumdaki rollerine dürüstçe bakabilmelerine neden olmaktır.