Galata Kulesi'nin dibi abluka. şarap içmek de yasak! ben bu martı halimle kule duvarına yaslansam tomarlar kabarır… ablukacılar sırıtır… turnikeye bir tekme atsam binlercesi öbeklenir. bir martıyı öldürme saatidir… Kız Kulesi, Galata Kulesi ve Deniz ağlamadan hepiniz martı olsanız gemilere dolsanız… Akla Uygun Aşk, şiirle yola çıkar, doğaya karışır, insanın taşı yontmasından güç alır, her yeni uğrakta bir başkaldıraya ve ihtilal bilgisine varır. Bu bilgi, aklın doğa içinde, yeniden emeğe ve aşka ermesinin yoludur. Üçünün birliği tümlüktür ve yeniden özgürlüktür. Bu yolda yürüyenler, aşkın birbirini kavrayış kapsayıp ve yeniden yaratma varoluşu olduğunu fark edeceklerdir, tutku ve coşku bu yürüyüşün, kendisi için ayaklanışıdır, şiire can verir, insanı yaşatır...
Şiir ve devrim ilişkisi imgesel bir ilişkidir. Sanat ve edebiyatın bu coşkun evladını aynı zamanda devrimin ruhu olarak görmek gerekir. Öyle olmasa devrimci liderlerin neredeyse tamamının şiirle olan muhabbetlerini anlamakta zorlanırız. Şiir ve devrimin yürüyüşü, direnişin en anlamlı yürüyüşü ve en anlamlı dizesidir. Marx, Engels, Stalin, Mao, Ho Şi Minh, Che Guevera, Agostinho Neto, Amilcar Cabral, Partıce Emery Lumumba, Leopold Sedar Senghor, Rogue Dalton, Eduardo Sancho Castaneda, Ernesto Cardenal, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Cihan Alptekin, Hüseyin Cevahir, Hikmet Kıvılcımlı, Behice Boran’ın yolları şiirle buluşmuş ve dizeler onların yürüdükleri yolların kenarında büyüyen, güzel kokan, rengarenk açan çiçekler olarak onlara eşlik etmiştir. Yaşamları politik mücadeleyle, ideolojik kavgalarla geçen bu insanların, Gramsci’nin deyimiyle “poetik aura”ları sanat ve devrimci duruşlarını ifade eden metafor olmuştur.
İran Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden biri olan Ahmet Şamlu’nun önde gelen eserlerinden biri: “Bana Aydınlıktan Söz Et”. “Şamlu’nun şiiri bir rivayet şiiridir. Tarihine tanıklık şiiridir. Onun şiiri, ezilmiş, susturulmuş halkın uslanmaz haykıarışıdır. O her zaman özgürlüğün, emeğin ve insan onurunun şiirini söylemiş ve estetik kaygılar onun kendine biçtiği, belki de halkının ona biçtiği bu görevden alıkoymamıştır.” Haşim Hüsrevşahi “benim omuzlarımda bir güvercin var senin ağzından su içer benim omuzlarımda bir güvercin var boğazımı tazeler benim omuzlarımda bir güvercin var ağırbaşlı ve iyi bana aydınlıktan söz eder ve insandan -tüm tanrıların tanrıçası olan ben insanla yıldız dolu sonsuzlukta yürüyorum” Ahmed Şamlu
19. yüzyılda geçen "Bel Ami", Guy De Maupassant’ın romanından beyazperdeye de uyarlandı. "George Duroy" isimli karakter üzerine kurulu olan roman, bu genç gazetecinin Paris’te çok etkili ve güzel bir kadınla kurduğu ilişki ve acımasızlığı sayesinde şöhret basamaklarını birer birer çıkarak kentin en güçlü adamı haline gelmesinin öyküsünü işliyor. Roman Duroy’un bir arkadaşının eşiyle ilişki kurması ve kadının aksanını düzeltmesine yardımcı olmasıyla başlıyor. Sosyetenin gözbebeği olan bu güçlü kadın daha sonra hayatını Duroy ile birleştiriyor. Gazeteci ve sosyeteden bir kadının yanı sıra başka bir sosyete mensubu kadınla ilişki kurmasıyla gelişen olaylar okuyucuyu farklı bir sona götürüyor..
Beyel’in Yas Tutanları, Saedi’nin en önemli eserlerindendir. Toplu öykü formatında yazılan tek bir köyün karanlık serüvenidir anlatılan. Burada yer alan öyküler, İran edebiyatında ve öykücülüğünde büyülü realizmin ilk örneklerinden sayılmaktadır. Bu eserin dördüncü öyküsü temel alınarak yazılan senaryodan, 1969 yılında sinemaya uyarlanan İnek filmi, Dariyuş Mehrcui’nin usta yönetmenliği ve Ezzetollah Entezami’nin unutulmaz oyunuyla Cannes, Berlin, Moskova, Londra, Los Angeles film festivallerinde gösterime girmiş, önemli eleştiriler almış ve 1971 yılından 32. Venedik Film Festivali’nde ise gümüş levha ödülünü kazanmayı başarmıştır. “Ramazan kalkıp oturdu, gözyaşlarını yuttu. Güneş yeni ışımış verev vuruyordu ve onların ayakları altında siyah kayalarla kocaman bir uçurum ağız açmıştı. Ramazan, ‘Bak baba! Duyuyor musun? İşte orada!’ dedi. Muhtar çan sesini duydu. Şoför, ‘Neyi diyorsun?’ diye sordu. Ramazan, ‘Sen duymuyor...
Tüm şiirler, sinemalar, sarı örgülü kedi yelekleri çocuklukla ilgili değil mi zaten? Bukowski’ye berbat bir çocukluk yaşattığın için teşekkürler bayım hayal kırıklıklarıyla dolu çocuklar olmasa daraltıcı bir yaşamda bulurdum kendimi çekilebilitesi yüksek ve daraltıcı yaşamlar dilerim sizlere.
“Deryaları seninle kesiyor yüzüm, Boğulmuş bir mülteci çocuğunadır harflerim Aklım hiç aksatmadan dokunuyor yaralarıma Ateşe dalar gibi Damar damar keserek, Silindir gibi üstünden ezip geçerek.”
Özellikle okul öncesi dönem ve ilkokul 1. Sınıflar için yazılan bu kitap, çocukların okulla tanışma ve okula alışma yolculuğunda onlara rehberlik edecek. Hikayede bazen kendilerini bazen de arkadaşlarını gören çocuklar, kitap bittiğinde kendilerini yaratıcı etkinlikler yaparken bulacaklar… Hem ebeveynlerin hem de öğretmenlerin elinden düşmek istemeyeceği, çocukların tekrar tekrar okumasını talep edecekleri zamansız bir resimli çocuk kitabıdır.
Bir çok ünlü sanatçı tarafından seslendirilen Mehmet Özcan şiirlerinden bazıları şunlardır: Denizlerin Dalgasıyım, Sivas’ın Yollarında, Dağların Eteği Kardır, Arguvanlım, Mercan Dağları, Derdi Güzel, Hak Can İçinde, Güneşin Çocukları, Vurdun Vurdun gibi dilden dile, gönülden gönülle dolaşan önemli bestelere imza atmıştır. Bestelerini; Ferhat Tunç, Yusuf Hayaloğlu, İbrahim Tatlıses, Selda Bağcan, Emre Saltık, Sabahat Akkiraz, Erdal Erzincan, Seher Dilovan, Alişan, Ceylan, Yılmaz Çelik, Arzu Şahin, Abidin Biter, Gülcihan Koç, Serpil Sarı, Erensoy Akkaya, Songül Karlı, Türkü̈, Metin Karataş, Seyfi Doğanay gibi önemli isimler okumuştur. Mehmet Özcan, sanatsal çalışmalarına İstanbul’da devam etmektedir...
Gulam Hüseyin SÂEDİ (1935-1985) İran’ın modern dramatik edebiyatının temelini atan yazarlardan birisidir. Bugüne kadar birkaç romanıyla toplu öyküleri Türkiye’de yayınlanmış olsa da, tiyatro eserleri tanınmamıştır. Sâedi’nin “Beyel’in Yas Tutanları” adlı eseri yayınevimiz tarafından yayınlanmıştır. Elinizdeki kitapta, Gulam Hüseyin Saedi’nin kısa fakat siyasi oyunlarından ikisini Türkiye tiyatrosuna sunmaktayız. Bu evrensel yazarın diğer oyunlarının da Türkçe’ye çevrilip sahnelenmesini diliyoruz. HAŞİM HÜSREVŞAHİ
“Tef çalarak çağırır, tef çalarak göndeririz. O tef kadınların ellerindedir şimdi! Kadınlar toplumun karanlıklarını aydınlatan dolunaylar olarak, ellerinde tuttukları kanlı dolunay tefini çalarak uyandırıyor hepimizi. Kadın parmaklarının her darbesi yüreğinin vuruşlarını serpiyor gerilen dolunay tefine! Bu kanlı tef hepimizindir. Bu kanlı tef hepimizin gökyüzünden akar. Bu kızıl tef hepimizin yaşamındadır. Ve yaşam şimdilerde kan seli gibi akıp gidiyor, senin dışında ve benim dışımda ve biz onun içindeyken.” Bu seçkinin bir araya getirilişinin gayesi şiiri yazan İran kadının dizelerinden örneklemedir. Aynı zamanda kadınların duruşunun bir ifadesidir. Dişil sesin yaratıcı çığlığıdır. Bu şiirlerin “dili” farklı da olsa İran kadınının sesi olması dolayısıyla önemlidir. Ancak bu seçki sadece İranlı kadın şairlerin sesi olarak okunmamalıdır. Yeryüzünde her cephede en ön safta yer alan kadınların...
Iraklı Kürt devrimci Muzafari Subhdam, yirmi bir yıl bir çölün ortasında hapis yattıktan sonra özgürlüğüne kavuşur ama aradan geçen yıllarla beraber Subhdam’ın hayatı ve kimliği adeta elinden alınmıştır. Buna rağmen Subhdam hayata tutunmaktan vazgeçmez ve yaşama cesaretini yeniden kazanmak için kayıp oğlu Saryasi’yi bulmaya çalışır. Yeniden özgürlüğüne kavuşan Subhdam kayıp oğlu Saryasi’nin izini sürerken kendisini ülkesinin kaderini de gözler önüne seren bir hikâyelerle sırlar yumağının içinde bulur: Üç Saryasi’yi birbirine bağlayan bir sır. Bachtyar’nin şiirsel bir dille kaleme aldığı Dünyanın Son Narı kimlik, yuva ve aile arayışında olan bir adamın yolculuğunun dokunaklı hikâyesi.
Birikir kaderler Büyür yaranın kovuğunda güller Yırtılır bir bir takvimler Vaktinden erken ölür, Bütün düşsüz kelebekler.
Bu kitap, mutlu bir beraberlik yaşamak ve evlenmek isteyen bütün kadınlar içindir. Erkekler Neden Bağlanır, erkeklerin ilişkiye nasıl bağlandıklarının gerçek nedenlerini açığa çıkarıyor ve erkeğinizi mutlu bir evliliğe nasıl götüreceğinizi gösteriyor. Hayatınızdaki erkeği sizden önceki ya da belki sizden sonraki kadın yerine, size bağlayacak olan nedir? Onu statükoda tuttuğu ilişkiyi değiştirmeye ya da derinleştirmeye esinlendirecek olan nedir? Evlilik amacınıza ulaşma işlemlerinizi hızlandırmak için yapabileceğiniz bir şey var mı? Evet! Erkekler Neden Bağlanır, size nasıl bir kanıtlanmış, entelektüel bir yaklaşım alacağınızı, nasıl bir strateji geliştireceğinizi ve seçtiğiniz erkeğe bunu nasıl uygulayacağınızı gösterecektir. Susan Curtin Kelley’nin bu kitabında, 1000’den fazla erkek, bir ilişkiyi ömür boyu sürecek bir beraberliğe dönüştürmek için gereken ipuçlarını veriyor.
“Erkekler Neden Bağlanır adlı kitabımın tanıtımı sırasındaydım. TV çekimi yeni bitmişti ki bir beyefendi yanıma geldi. ‘Kadınlara erkekleri elde etmenin yolunu anlatıyorsunuz, ama birileri de onlara erkekleri ellerinde tutmanın yolunu göstermeli,’ dedi. Önerisi kafamda mükemmel bir fikir oluşturdu, böylece ilk kitabın devamı niteliğinde Erkekler Neden Gider Neden Kalır doğdu. “Elinizdeki kitap, size iş hayatınızdaki taktikleri özel yaşamınıza nasıl uygulayacağınız, doğruluğu deneylenmiş entelektüel bir yaklaşımı nasıl kazanacağınız, nasıl strateji geliştirip seçtiğiniz ilişkinin içinde bunu nasıl yürüteceğiniz ve sevdiğiniz adamla devam eden, karşılık bulan bir bağımlılığı nasıl yaratacağınız konusunda yol gösterecektir.” – Susan Curtin Kelley – İlişki kurmak, devam edecek bir beraberlikte ancak ilk aşamadır ve çabanız asla bu noktada sona ermemelidir.
“Ermeni Av Hikâyeleri”; bize insanoğluyla diğer canlılar arasındaki, dilsiz ama derinden gelen o büyülü ilişkiyi anlatmak amacıyla yola çıkmış bir doğa masalıdır. Kitapta; Ermenistan Dağlarında, Kuşlar, Dağda Geçen Çoçukluğum ve Kampta Gece Ateşi adlı dört bölüm altında, toplam otuz öykü yer alıyor. Öykülerin hemen hepsinde hâkim coğrafya; Ağrı Dağı etekleri, Sevan Gölü çevresi ve Aras Nehri kıyılarıdır. Ananyan, okuyucunun hiç yabancılık çekmeyeceği bu coğrafyaya sadece diğer taraftan bakıyor ve belki de en önemlisi, bundan yüz sene önceki hümanizmi, insanın doğayla ve doğada yaşayan tüm hayvanlarla kurduğu yakın ilişkiyi, masalların içinden çekip çıkartarak bize sunuyor. Dağlarda yaşayan ayılar, geyikler, yaban keçileri; göllerde, sazlıklarda yaşayan kuşlar, sadece yabanıl hayatın bir parçası olarak değil, aynı zamanda yazarın arkadaşlık ettiği, duyguları ve hatta düşünceleri...
Be Doktor Kurt kuş masalları bu be doktor Ay ışığı akıyor kurnadan ben şimdi uyuyamam Ayakkabımda küçük bir kedi uyuyor evime gidemem Yolları kaybettim evim hangi yıldızda bulamam Bulsam da taşa çalmışım anahtarı eve giremem Neyi fark ettim be doktor sen bilirsin Yeryüzünde bir yara gibi duruyor bu insanlar Acı sular geçiyor evlerinin altından Üstlerinden muhteşem yıldızlar Kurt kuş masallarını yatak yorgan yapmışlar Bir dünyalık yol gidiyorlar Nereye gider bu insanlar doktor nereye gitmeli
Sené oxto dayé, rıcıyo ro asmen, koyi biyé vırqoşi, na sené dinawa? Seré hardidé weşiya can-u royi, biya hesa verg-u heso. Dereyi derxoney biyé raé olağé dızdo, cendegé cenco biye werdé lüyo khuzo. Dayé seré dinadé di chekuyé hewl né mandé ké toré vaci. Mı zerré xo kerd vıla, hewné xo kerd letey, porré mı bi shıpé, kameci hetra şeker domani berbené. Ni dıré qeseyi mı royé xora qerefit, zerré xora ruchkıt, bıné zoné xodé dard wé. Qemısé cı nebiyo caedé roni. Dayé! Tı delaliya, Tı zelaliya Tı cané Oliya Ez qurban, Dina mı tıya.
«Ve gece donlu küheylanın toynakları toprağı bulamaz Çaldıran toprağını kaplayan ölülerden. Güneş yüzünü kapatırken, toprak kanı emip yalanırken kabardı obur toprak gibi göğsü muzaffer Hünkâr’ın. Dilini, dinini ve de rengini kaybetmiş tekçe insandılar yerde yatanlar, paramparça dört bir köşeye serpilenler. Vatanlarında toprağa düşen ve uzaktan gelen ölüler, ölüler, ölüler... Ölüler arasında çokça maskeli savaşçı. Miğferi bir yana düşmüş uzun saçları kana bulanmış ölüler... Hünkâr buyurdu. Çıkarıldı maskeler. Bakıldı, toprakta erlerinin yanı başında yatan kadınlara. Onlar geceye şavkı vuran ay yüzlü Kızılbaş kadınlardı. Savaşmışlar ve aşikâr bir yenilgi içine devrilen mutlu savaşçılardı. Kılıçlarının kabzası henüz sıkılmış avuçlarında, bedenlerinden ayrı kollarında kılıçları kadınlar… Aşikâr oldu herkese bunlar birer dişi alptılar, uzaktan gelip vatanlarını savundular, kılıç çalıp bu topraklarda kaldılar. Hünkâr bir an...
Bugün kederliyim beterim bugün Sesime ses değse çığlık oluyor Üşüyor toprak taşlar üşüyor Vuslatı yakın eden yollar üşüyor Yumma gözlerini uyuma bugün Bütün gölgeler akşam oluyor Üşüyor yaprak dallar üşüyor Savrulup yırtılan rüzgâr üşüyor İçimde kış gibi bir mevsim üşüyor Oysa ben senden neler neler isterdim Senli sevdalarda doğmak isterdim Sabahlar isterdim asi ve mavi Büyüsün isterdim ışığın rengi Ama gel gör ki kötüyüm bugün
Dünyayı yıkımdan koruyan şey sevgi aktarımıdır. Tarih, kendilerini ölüme adamış olanlarla sevgiye adamış olanlar arasında gidip gelir. Özerklik için yanıp tutuşuyor, fakat kendimizi başkalarının hâkimiyetine teslim ediyoruz. Özümüze ulaşabileceğimiz tüm kapıları kapatarak, kurtarıcımız olarak büyüklük ararken daha da körleştik. Kurtarıcı bir kimlik bulma yolundaki beyhude arayışımız sonucunda sahte tanrılara sığındık. Fakat bu tanrılar insanları küçümsemekten başka bir işe yaramıyor; ne kendilerini ne de başkalarını sevebiliyorlar. Günümüzün “yükselen değeri” milliyetçilik içindeki kimlik oluşumları da bu sürecin ne kadar derinlere kök salabildiğini, tanrı yaratma yoluyla kendini bulma sıkıntısının ne denli ağır olduğunu ortaya koyuyor. Bugün tüm dünyada azınlıklar eziliyor ve aşağılanıyorsa, bu milliyetçiliğin sevgiyle hiçbir ilişkisi bulunmadığını; kendine ihaneti bastırmak için yaratılan şiddet duygusundan beslendiğini görmemiz gerekiyor. Sevgisizliğe karşı koymadığımız sürece kendi...
“Bir ülkeyi ve insanlarını tanımanın bence en hoş yolu anı kitabı okumak. Anı kitatplarına bayılırım. İngiltere’de geçirdiğim 20 yıl ve iki İngiliz eşten sonra benim de yazmam farz oldu.” Dr. Yasemin Bradley Dr. Yasemin Bradley Türkiye’deki arkadaşı Ayse’ye yazdığı mektuplarda İngiltere ve İngilizler’e büyüteç tutuyor. Kültürlerini, yaşam ve düşünce biçimlerini bizimkiyle karşılaştırıyor. Güldüren, öğreten, düşündüren, sansürsüz mektuplar bunlar. Bir zamanlar üzerinde güneş batmayan ülke, şimdilerde ise sadece büyücek bir ada olmaya doğru yol alan İngiltere ve halkını tanımak için fırsat.
“İki genç balık yol boyunca yüzmektedir ve tesadüfen ters yönde yüzmekte olan yaşlı bir balığa rastlarlar. Yaşlı balık onlara başını sallar ve ‘Günaydın gençler, su nasıl?’ diye sorar. İki genç balık bir süre daha yüzmeye devam ederler ve sonunda biri diğerine bakarak, ‘Su da ne demek oluyor?’ diye sorar.” David Foster Wallace’ın gerçeği oturttuğu bu benzetmede olduğu gibi itaat, yaşadığımız her yerde ve her alanda olduğundan gerçeği algılamak güçleşiyor. Âdeta imkânsız bir hale geliyor. Böylelikle insanoğlu onu hava ,su kadar normal karşılıyor. Arno Gruen İtaat kavramını medeniyetimizin en temel sorunu olarak öngörürken bunun hastalıklı etkilerini günlük yaşamda, eğitimde, aile ilişkilerinde, politikada inceleyip ilginç saptamalarda bulunuyor.
Kalemin sivri ucu Elime battı Kanadı O günden sonra Mürekkep Kan kardeşim Sayıldı Banu Başeren
Kedinin Şairi, yalın bir dille şiir örgüsünü oluşturan Özgün E. Bulut’un bugünü eksen alarak yarına doğru uzanan şiirlerinden oluşan bir toplam. Kibir dilinden uzak, sözün büyüsüne, sözün gücüne değer veren şiirlerden oluşan Kedinin Şairi, hayata bakış açısı ve tutunduğu yer itibariyle de insanı kucaklar, ona sımsıkı sarılır. kedim yüzüme bakar durmaksızın o hep çok başına ben hep tek başıma onun ülkesi ev benim ülkem yangın o bir pati ile dünyaları getirir ben çok okşayışla bir şiir bile söyleyemem onun dağı bıyıkları benim dağım yaralarım
“Herkes için bir vicdan takın askıya Filmin sonuna yetiştirin bütün çığlıkları, kederleri, düşleri Sonra yola düşüp, iyi yolculuklar görün..” Özgün E.Bulut’un şiirleri güçlü bir kalemden çıktığını haykırarak düşüyor kitabın sayfalarına. İlerledikçe kendinizden ve hayattan çok şey bulacağınız dizeler bittiğinde üzüleceksiniz, yeni bir şiir ve şairin ayak seslerini duyuyor olacaksınız…
İnsanlar ortadan kaybolursa köpeklere ne olur? Köpekler biz olmadan kendi başlarına hayatta kalabilirler mi? Köpeğin Dünyası, köpekler için insan sonrası bir gelecek hayal ediyor. Onların nasıl hayatta kalacağını hatta muhtemelen nasıl gelişebileceklerini ortaya koyuyor. Bu yeni ve devrim niteliğindeki bakış açısının şu anda onlarla kurduğumuz iletişime nasıl rehberlik edebileceğini de açıklıyor. Köpekler ve vahşi akrabalarının yaşamları ve davranışlarıyla ilgili biyoloji, ekoloji ve en son bulgulardan yararlanan, günümüzün köpekler hakkında en yenilikçi düşünürlerinden ikisi olan Jessica Pierce ve Marc Bekoff üremeye doğrudan insan müdahalesi olmadan köpeklerin nasıl olabileceğini araştırıyor. Pierce ve Bekoff, köpeklerin nasıl çabuk öğrenen, son derece uyumlu ve fırsatçı olduklarını gösteriyorlar ve onların zaten kendi başlarına hayatta kaldıklarına ve bunu bizsiz bir dünyada da başarabileceklerine dair ikna edici kanıtlar...
“Dağ başlarında çıldıran safkan bir rüzgâr çığlığı bu, Yüreğimi omuzlayan acılar ustalığında Ufukları bekliyorum papatya çiçekleriyle, Yüreğimdeki küllenmiş sevda iffetleriyle... Dehşetler anımsayan aklımda bir tek aşka yer kalmış Can yorgunluğuma hançerler çeken muazzam eller gerçekliği Gül kokuları üfleyen hayal güzelliği aklıma Damla damla ter gibi dökülüyor bütün güzel yüzler Köksüz günlere, Köklü çiçekler ekiyorum kalbimle. Unuttum bütün zor zamanların ölüm korkusunu Usul bir azap sızısı vurunca yüreğime Aşka uyarladım sevinç saatlerinin kurgusunu.”
Özgün E. Bulut içselleştirdiği, içine taşıdığı dertleri sokağa taşıyor. Hayatın içinden koparılmış sesleri hayata katıyor. Derin bir şiire çalışıyor aynı zamanda. Yıkılan sokakların, yağmalanan kentlerin, kayıpların, daha çok annelerin çığlığını dert ediniyor. Şiirlerinde hep vicdan diyen bir şair Özgün E. Bulut. Kuşların Kanadına Sarıldım hayatı özümsemiş bir şairin, toplumcu şiirde ısrar eden bir direnişçinin dünyaya vicdanı taşımasından başka bir şey değildir. Kayıtsızlığın ruhuna bir isyandır ve güzel günlerin cesaretle, sesle daha da güzelleşeceğine inanan bir şairin serzenişleridir buradaki şiirler. ben ne zaman annemi özlediysem, kuşların kanadına sarıldım sesini gizleyen sabırdan bir saç örüğüydü annem araba mezarlığına dönmüş ruhunuza isyandı siz şimdi bu vebalden nasıl kurtulacaksınız kaybettiğiniz o canların ağıtları ardınızdayken gecenin koynuna süt taşırdı annem, kucağında yamalı kotumla uyuyan bütün...
Elinizdeki kitapta sürgüne yollandığı adada yazdığı Malta Geceleri ve Piyer Loti için yazdığı hitabesini bulacaksınız.