Bilincimiz ve Gerçekliğimiz krizler, nefret, aşırılıklar ve şiddet tarafından yönetilir, hatta insanı hor görür. Bilimsel bulgular, teknoloji ve bilgisayar teknolojisi bilimi bizi etkiler, kontrol eder ve âdeta emreder. Soyut bilinç bizi durdurulamaz bir şekilde hayattan uzaklaştırır. Gerçeklik duygusu ve diğer insanlar için merhamet, doğal olmayan ve artık insan olmayan bir bilinç tarafından daha fazla değersizleştirilir ve bastırılır. Bu yüzden artık kendi kendini yok eden Eylemlerimizin kökenini fark edemiyoruz. Ama yine de Empatik bilinç yaşam yolunu yeniden keşfetmemize izin verecektir. “Hayattan Yabancılaşmış” psikolojik uzmanlık, felsefi ve tarihsel arka plan, politik konular, bilimsel çalışmalar ve de eğitim -pratik açıklamalarla iç içe geçmiş güncel fenomenlerin başarılı bir kompozisyonudur. Kitap okuru etkileyici ve düşünceli bir şekilde geride bırakan bir roman gibi peşi sıra sürüklüyor....
“Fiziksel yakınlık olmadan sağlıklı ve mutlu yaşayamayız.” Martin Grunwald "Dokunma hissi olmadan, yaşam mümkün değildir ve Homo Sapiens hayatının her saniyesinde Homo Hapticus’tur" der. Bir duyu sistemi nasıl olur da bu kadar hayati bir önem taşıyabilir? Bir kişi kör veya sağır doğabilir ve buna rağmen hayatını sürdürebilir. Koku ve tat alma duyusunu da kaybedebilir ve bu onun yaşamını tehlikeye sokmaz. Ancak dokunma duyusu için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bu sistem olmadan kendi varlığımızı bile bilemeyiz. Bu kitapta yazar, kısa bir kucaklaşmanın neden bin kelimeden daha fazla teselli ettiğini, depresyona ve endişeye karşı masajın nasıl etkili olduğunu, dalgıç kıyafetlerinin anoreksiya tedavisindeki olumlu etkilerini, tabletlerin neden çocuklarımızın konuşma gelişimini geciktirdiğini ve iş görüşmelerinde sıcak elle tokalaşmanın neden şansımızı artırdığını somut örneklerle ortaya koyuyor.
“İki genç balık yol boyunca yüzmektedir ve tesadüfen ters yönde yüzmekte olan yaşlı bir balığa rastlarlar. Yaşlı balık onlara başını sallar ve ‘Günaydın gençler, su nasıl?’ diye sorar. İki genç balık bir süre daha yüzmeye devam ederler ve sonunda biri diğerine bakarak, ‘Su da ne demek oluyor?’ diye sorar.” David Foster Wallace’ın gerçeği oturttuğu bu benzetmede olduğu gibi itaat, yaşadığımız her yerde ve her alanda olduğundan gerçeği algılamak güçleşiyor. Âdeta imkânsız bir hale geliyor. Böylelikle insanoğlu onu hava ,su kadar normal karşılıyor. Arno Gruen İtaat kavramını medeniyetimizin en temel sorunu olarak öngörürken bunun hastalıklı etkilerini günlük yaşamda, eğitimde, aile ilişkilerinde, politikada inceleyip ilginç saptamalarda bulunuyor.
Aslında, İçinde saf aklın tahta kurulması gereken Karanlık hücre, tamamen boş. —Theodor Lessing Yüzyılın önde gelen psikanalistlerinden biri olan Arno Gruen, “İtaate Karşı” ve “Terörizme Karşı” kitaplarının ardından “Soğuk Akla Karşı” adlı bu kitapla, üçlemesini bitiriyor. Yazar, sivri ve âdeta rahatsız edici bir şekilde her şeyi soyut rasyonalize etmenin ne kadar tehlikeli olduğunun altını çizerken, konuşur konuşmaz nasıl itaatkâr ve makul olmayı öğrendiğimizi de açıklıyor. Ama aslında hayatımızı yabancılaştıran ve dünyamızı yok eden “soğuk” bir nedendir. Yavaş yavaş duygularımız yok olur, kendi benliğimizi kaybederiz. Düşünebilme yetimize rağmen modern dünyada özgür değiliz; gönüllü olarak bir bağımlılıktan diğerine geçiyoruz. Giderek daha fazla insan kendini “itaat”, “terör” ve “soğuk akıl” gibi kısır döngüde buluyor. Eğer bu gelişmeye karşı çıkmazsak ve durumu tersine çevirmezsek,...
Şüphesiz şiddet yeni bir kavram değildir. Temeli egemenlik ve sahiplenme olduğu için, tüm “büyük medeniyetler”de rastlanılır. Şiddetin seviyesi bize kendi anlamımızı yaratmayı yitirmekle tehdit eder; böylece içimizdeki boşluk ya genel bir kayıtsızlığın ve depresyonun kaynağı olur ya da daha fazla şiddete dönüşme tehlikesiyle bizlere gözdağı verir. İnsanların gerçek sorunları binlerce yıl önceki gibi aynı olsa da, boyutları geçen her on yılda daha da vahimleşiyor. Bunlar; yoksulluk, açlık, kölelik, tiranlık, savaşlar, dinî hoşgörüsüzlük, uyuşturucu ve açgözlülüktür. Kötülüklerin kökü tam olarak burada yatar. Bu sefaletler olmadan Hitler, Stalin, Mussolini, Taliban, IŞİD, İslami Cihat, kitleleri etraflarında toplayamazlardı. Terör ve şiddet, ancak insanların mutlak ihtiyaçları tanınırsa, sefalet, yoksulluk ve tüm halk gruplarının aşağılanması önlenirse durdurulabilir. Ancak bu sayede canlı, gerçek ve demokratik olan yaşamı...